“Zeytin ağaçları taşınacakmış, merak etmeyin” diyorlar. Oysa mesele sadece zeytin değil. O taşınırken, suyumuz gidiyor. Ormanımız, dağımız, yaşam alanlarımız göz göre göre yok ediliyor. “Zeytin tartışması” üzerinden koca bir talan düzeni görünmez kılınıyor.
Zeytinler yerinden sökülürken susuz kalacağız. Çünkü maden şirketleri sadece toprağımızı değil, su kaynaklarımızı da yutuyor. Madencilik faaliyeti, özellikle altın madeni, devasa miktarda su gerektiriyor. Her bir cevher için binlerce ton su tüketiliyor. Bu su, tarımın suyu. İçme suyumuz. Geleceğimizin garantisi.
Türkiye su fakiri bir ülke. Yağmur düşmüyor. Barajlar boş. 2025’ten itibaren ülke çapında su sıkıntısına bağlı büyük bir gıda krizi yaşanması öngörülüyor. Ve biz ne yapıyoruz? Suyumuzu uluslararası maden tekellerine tahsis ediyoruz.
Bakın Balıkesir Kızıltepe’de ne oldu:
İngiltere merkezli Ariana Resources, yıllardır altın için bekliyordu. İktidar bu bekleyişe hizmet etmek için termal turizm alanı olan bölgenin statüsünü değiştirdi. Sadece o madene özel harita değiştirildi. Erdoğan “çevrecinin daniskasıyız” diyerek Gezi direnişine çamur atarken, İngiliz altın tekeline “bayram müjdesi” veriyordu. CEO’su Londra borsasına yaptığı açıklamada “önümüzdeki engel kalktı” diyordu.
Ama mesele yalnız Kızıltepe değil.
2024’te Britanyalı araştırma şirketi Wood Mackenzie Türkiye’yi de kapsayan bir “süper maden bölgesi” ilan etti. Aynı ay Erzincan İliç’te toprak kaydı, canlar gitti. Ardından iktidar, Meclis’ten geçirdiği yasalarla bu bölgeyi maden patronlarına sundu.
Yalnızca doğa değil, hukuk da delik deşik edildi.
Yeni getirilen yasa tasarısıyla maden izinleri için Saray’a bağlı özel bir kurul oluşturuluyor. Bu kurul, kritik ve stratejik madenlerde nihai kararı verecek. ÇED süreçleri formaliteye indirgeniyor: Kurumlar cevap vermezse izin verilmiş sayılacak!
Bu ne demek biliyor musunuz?
Artık sormayacağız: “Bu madene izin verilmiş mi?”
Sormamız gereken şu olacak: “Bu madene kim zamanında cevap vermedi?”
Ve en beteri: Artık bütün ormanlar, tüm sit alanları potansiyel maden sahası.
Buna “iklim kanunu” kılıfı da ekleniyor şimdi. “Yeşil dönüşüm” diyerek kamuoyunun gözünü boyarken, doğal alanlar sermayeye peşkeş çekiliyor. Güneş ve rüzgar enerjisi bahanesiyle araziler satılıyor, ormanlar kesiliyor. ÇED’siz, izinsiz tesisler yapılıyor.
Bu düzenin kazananı belli.
Sadece son yasa tasarısıyla maden ruhsatlarında %30 indirim yapılıyor. Ahlatcı Altın örneğinde olduğu gibi 98 milyon TL yerine artık 68 milyon TL ödeyerek maden çıkarabilecekler. İndirimli yağma başladı.
Ve bu tasarıyı Meclis’e sunanlar kim?
Altın ihracatçısı milletvekilleri, Sudan’da maden keşfine çıkan vekiller, sendikalı madencileri işten atan şirket sahipleri… Devleti, şirket vekilleri yönetiyor.
Bugün eylemlilikler sonucunda yasa tasarısı ertelenmiş olabilir. Ama unutmayın: Hemen ardından iklim kanunu devreye alındı. Ertelenen sadece zaman. Plan değişmedi. Çünkü bu bir strateji:
Sessizce, adım adım, sabırla yürütülen bir doğa ve ülke işgali.
O yüzden bu mesele yalnızca zeytin değil.
Zeytinler taşınmıyor, geleceğimiz taşınıyor.
Tarım elden gidiyor. Su elimizden alınıyor. Orman kesiliyor. Gıda krizi yaklaşıyor.
Demokrasi askıya alınıyor. ÇED bitiriliyor. Bilim susturuluyor.
Ve bu talanı görünmez kılmak için medya susuyor. Biz susmayalım.
Bu sadece bir çevre mücadelesi değil. Bu, bir yaşam mücadelesidir.