Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan son torba yasa teklifi, adeta bir Pandora’nın Kutusu’nu aralamak üzere. Görünen o ki, bu yasa teklifiyle birlikte topraklarımız, suyumuz, kadim zeytinliklerimiz, ormanlarımız ve tarım alanlarımız, vahşi madenciliğin geri dönüşü olmayan tahribatına kapılarını ardına kadar açacak. Bu, sadece bir ekonomik tercih değil, gelecek nesillere bırakacağımız mirasın toptan ipotek altına alınması anlamına geliyor.
“Su mu? Altın mı?” sorusu, aslında bir tercih ikilemi değil, varoluşsal bir paradoksun ifadesidir. Zira su olmadan yaşam, yaşam olmadan da hiçbir ekonomik faaliyet sürdürülemez. Ancak bu torba yasa, ne yazık ki maden arayışını, hayatın temel kaynağı olan suyun ve yaşamın temeli olan toprağın önüne koyan bir anlayışı temsil ediyor.
Teklifin Getirdiği Endişe Verici Maddeler:
Teklifin getirdiği maddeler, endişe verici boyutlara ulaşıyor:
* Zeytinliklerin Kömür Madenciliğine Açılması: Asırlık zeytin ağaçları, sadece bir bitki örtüsü değil, Anadolu’nun kültürel mirası ve kırsal ekonominin can damarıdır. Bu ağaçların kömür madenciliği uğruna feda edilmesi, hem çevresel bir felaket hem de sosyoekonomik bir yıkımdır. Kömürün ömrü sınırlı, zeytin ağacının ömrü ise bin yıllarla ölçülür. Hangisi daha değerli?
* Doğal Varlıklar İçin Acele Kamulaştırma: Kamulaştırma, kamu yararı için yapılan bir işlemdir. Ancak doğal varlıkların, madencilik gibi yıkıcı bir faaliyet için “acele kamulaştırılması”, kamu yararının tanımını sorgulatır hale getiriyor. Bu, doğayı değil, rantı “kamu yararı” olarak gören bir yaklaşımdır.
* Madenciliğe Açılan Orman Alanlarının Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne Devri: Ormanlarımız, ciğerlerimizdir. Ekolojik dengenin, iklim değişikliğiyle mücadelenin ve biyoçeşitliliğin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu alanların madencilik faaliyetleri için yetkili bir kuruma devredilmesi, ormanlarımızın maden sahasına dönüşmesinin önünü açacaktır. Bu devir, ormanların “korunması” görevini taşıyan kurumların elini kolunu bağlamakla eşdeğerdir.
* Ruhsatsız Tesislere Af: Çevreye verdiği zararlar ortada olan ruhsatsız tesislere af getirilmesi, hukuk dışı uygulamaları meşrulaştırmanın ve çevre suçlarını teşvik etmenin ötesine geçmez. Bu, yasalara uyan çevrecileri ve vatandaşları cezalandırmak anlamına gelir.
Dünyadan Çevre Koruma ve Madencilik Deneyimleri:
Peki, dünya bu konularda nasıl bir yol izliyor? Birçok ülke, madencilik faaliyetleri ile çevresel koruma arasında denge kurma konusunda önemli adımlar atmış durumda. Bu ülkelerin deneyimleri, doğanın korunmasının ekonomik kalkınmanın önünde bir engel değil, aksine sürdürülebilir bir geleceğin vazgeçilmez bir parçası olduğunu gösteriyor.
* Kanada ve Milli Parklar: Kanada, doğal zenginlikleriyle tanınan bir ülke olarak, korunan orman alanlarının büyük bir kısmında madencilik faaliyetlerini yasaklamıştır. Özellikle milli parklar ve doğal yaşam alanları, madencilik tehdidinden uzak tutulur. 2020 yılından itibaren ise korunan kıyı ve deniz alanlarında dip deniz madenciliği ve petrol arama faaliyetleri tamamen yasaklanmıştır. Bu, doğanın korunması ve biyoçeşitliliğin sürdürülmesi adına atılmış radikal bir adımdır. Ayrıca Kanada’da madencilik projeleri, Kanada Çevresel Etki Değerlendirme Yasası (CEAA) kapsamında çevresel etki değerlendirmesine tabi tutulur ve yerli halkların onayını almak zorundadır.
* Yeni Zelanda ve Nehir Hakları: Yeni Zelanda, 2014 yılında Whanganui Nehri’ni “Te Awa Tupua” adıyla bir “hukuki kişi” ilan ederek dünyaya örnek olmuştur. Bu karar, nehrin kendi hakları, yetkileri ve sorumlulukları olduğu anlamına gelir. Nehrin doğal yaşamının ve ekosisteminin korunması, tıpkı bir insan hakkı gibi güvence altına alınmıştır. Bu yaklaşım, doğayı sadece bir kaynak olarak değil, yaşayan bir varlık olarak görme bilincini güçlendirmektedir.
* Almanya ve Sürdürülebilir Madencilik: Almanya, kömür madenciliğinde uzun bir geçmişe sahip olmasına rağmen, çevresel düzenlemeleri sıkılaştırarak ve rehabilitasyon çalışmalarına büyük önem vererek sürdürülebilir madencilik modelleri geliştirmiştir. Maden sahaları, kapatıldıktan sonra doğal yaşama geri kazandırılır ve yeşil alanlara dönüştürülür. Bu, madenciliğin getirdiği tahribatın geri döndürülebilir olduğunu ve doğru politikalarla çevrenin korunabileceğini gösterir.
* Ekvador ve Doğa Hakları: Ekvador, 2008 yılında anayasasına “Doğa Hakları”nı dahil eden ilk ülke olmuştur. Bu, doğanın var olma, varlığını sürdürme ve kendini yenileme hakkına sahip olduğunu anayasal düzeyde tanımak anlamına gelir. Bu sayede, doğaya zarar veren projelere karşı hukuki mücadeleler yürütülebilmekte ve doğanın korunması için daha güçlü bir yasal zemin sağlanmaktadır.
Türkiye’nin Karşılaştırmalı Durumu ve Acil Eylem Çağrısı:
Türkiye’nin madencilik faaliyetleri de küresel ölçekte önemli bir yer tutmaktadır. Ancak mevcut yasa teklifiyle getirilmek istenen düzenlemeler, dünya genelindeki eğilimin aksine, doğayı koruyucu tedbirleri zayıflatma ve madencilik lehine esnetme riski taşımaktadır. Yukarıda bahsedilen ülkeler, çevre hassasiyeti yüksek yasal düzenlemelerle madenciliği denetlerken, Türkiye’de zeytinliklerin, ormanların ve su havzalarının madenciliğe açılması gibi maddeler, doğanın geleceği için ciddi kaygılar yaratmaktadır. Kanada’da korunan orman alanlarının %95’inde madencilik faaliyetleri yasaklanırken, Türkiye’de orman alanlarının Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmesi, bu konuda atılan adımların ne denli farklılaştığını gözler önüne sermektedir.
Bu yasa teklifi, sadece bugünü değil, yarını da ipotek altına alan bir kararın eşiğindeyiz. Gelecek nesillere yaşanabilir bir çevre bırakmak, en temel sorumluluğumuzdur. Doğal varlıklarımızı korumak, sadece çevrecilerin değil, her vatandaşın ortak görevidir. Dünyadaki örnekler, ekonomik kalkınmanın çevre tahribatıyla eşanlamlı olmak zorunda olmadığını açıkça göstermektedir. Bilakis, çevreyi koruyan yasalar ve politikalar, uzun vadede daha sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve yaşam kalitesi sunar.
19 Haziran Perşembe günü TBMM komisyonunda görüşülmesi beklenen bu teklifin, meclise gelmeden önce tüm yönleriyle değerlendirilmesi ve doğaya dost, sürdürülebilir bir gelecek vizyonuyla yeniden ele alınması elzemdir. Aksi takdirde, kaybedeceğimiz sadece su ve altın değil, toprağımızla birlikte tüm yaşam olacaktır.
Unutmayalım ki, doğa kendini yenileyebilir ancak vahşi madenciliğin açtığı yaralar, çoğu zaman kapanmaz. Yarınlarımız için bugün harekete geçme ve sesimizi duyurma zamanıdır.