Amma boş laf ettin ha dedi biri. ‘’Sen doldur o zaman. Ben ana bakarım yarınmış dünmüş ne yapayım’’ dedi diğeri.
Bilmiyorum ama bir çok komutan vardı dedi
Doğru bir çoktu. Bir ve çok, adları da o kadar biliniyor işte senin tarafından dahi. Franco’nun bugün izlerinin silinmesini Francocular dahi engelleyemiyor. Bu kadar kötülük bu kadar kısa zamanda nasıl silinir. Barcelonalı olmayan ama taraftarı olan milyonlarca Barcelona taraftarı var işte yeryüzünde…
Futbol üzerinden, taraftarlık üzerinden izah etmek de pek komik dedi.
Öyle, komik diyorsun ama seni gülerken göremiyorum dedi diğeri
Mao yüzbin kişilik uzun yürüyüşüne çıktığında ki bu bir geri çekililişti objektif olarak dört yılın sonunda 4 bin kişi kalan ordu nasıl oldu da gerisin geriye bu kadar güçlü dönebildi. Dört yıl boyunca ‘’artık bittiler!’’ Diyenlerin kendisi nasıl oldu da bitti.
Tarihin bir anına bakan bir anlığını görür. Bu söylediklerimi anlamak için ne Anarşist ne de Sosyalist olmana gerek yok. İnsanlığın yürüyüşünü bilmene gerek var ama…dört yüz yıl, yedi yüz yıl, bin yıl elinizde tuttuğunuzu zannettiğinizin, bir anın içinde nasıl da elinizde olmadığını öğretir insanlık. Öyledir, usüldür. Bin yıla bakan başka bir şey, yıkılışın son bir senesine bakan başka bir şey görür. Ama ben en derindekini görmek istiyorum. İnsanın tüm korkusuna rağmen, tüm baskıya rağmen içinde beslediğini…
Amma boş laf ettin ha dedi biri.
‘’Sen doldur o zaman.
Ben ana bakarım yarınmış dünmüş ne yapayım’’ dedi diğeri.
‘’E ama sürekli geçmişten, güçlü olanın zaferlerinden bahsediyordun? ‘dedi biri.
Tamam ya işte şu anda da, andan bahsediyorum dedi diğeri ve “devam etti’’ Anın dejenere edilmesi de bu olmalı. An bağımsız değil ki ne dün ne de yarından. O anda ne yaptığına göre yarın şekilleniyor. Bugün dünün yarını, sen şimdi yani yarın da ne yapıyorsun mesela?’’
Zaferimi kutluyorum, bi ağız tadıyla kutlatmadın ha! Dedi biri.
Zafer kazandığım yerlere neden gidemiyorum diye söylenme o zaman yarın dedi. Çünkü şu anda yola çıksan yarın oralardasın… dedi diğeri.
Ne metaforik adammışsın, sembolik sembolik konuşma! Dedi biri.
Ne semboliği! Neyse onu söylüyorum işte. Sonra yarın olunca söyleniyorsun hep, nasıl oldu da böyle oldu diye…Bir maç kazanıp hemen havalara giriyorsun. Oysa tüm maçları kazanan dahi senin kadar havalara girmedi dedi diğeri.
Ne varmış havamda? Dedi biri.
Bak yine girdin işte…Kazanmak korkuyu da barındırır içinde. Kaybedenin hamlesini beklemek ve kazandığını korumak zorundadır. Korumaksa ataklara açık olmak anlamına gelir. Ki kazandığını, ataklarla kaybeden de çoktur. Yoksa her şey ilk anda kimin elindeyse kalırdı onda. Hadi söyle bana ilk kimin elindeydi bu üstünde durduğun yerler? Kaç ‘kazanan’ geçip gitti üzerinden? Geçiciliğini bilenler ancak kazanır.
‘’Sen de beni pişman ettin kazandığımıza?’’ dedi biri.
Haksızlıkla kazanırsan, ben değil seni haklılar bir gün pişman eder. Kötülükle bir anın gücü olabilirsin ama tüm anların değil dedi diğeri.
Öfff tamam be!
Dedi biri…
Tartışma böyle sonlansa da ben yenilmenin gücü üzerine konuşsam da ben de o anda olamıyordum bir türlü. Olduğum masada olamıyordum. Oysa ben ezilen halka ait değildim. Ve garip bir şekilde yenilen halktan daha çok ve daha ağır hissettiğimi zannediyordum. Nihayet onlar öyle ya da böyle aralarında dayanışıyor ama ben kazanaların içinde olup sürekli ve gizlice kaybediyordum. Yapabildiğim kelime oyunlarının dışında elimde başka bir şey de yoktu. Hoş, zaten ben gibi onlar kendi kendine mutsuzdu. Geçmişteki imparatorluklarını anıp ‘burayı aldık ama aslında ötedeki yer de eskiden bizimdi’’ diye üzülüyorlardı. Sürekli geçmişte sahip oldukları yerleri anarlarken bir başka yerin mutsuzları da şu anda onların olduğu yer için ‘geçmişte orası bizimdi’ diye iç geçiriyordu. Neden sonra anladım onlar birbirlerine karşı iç geçirenlerdi. Gerçekten de bir süre sonra içleri geçiyor uyuyakalıyorlardı. Bu güç merakı onları çok yoruyor bir süre sonra dayanamıyorlardı…
///
Diğer yazılar: Aç Parantez