Kalkınmayla doğa arasındaki lişki, her hâlükârda potansiyel sorunlar taşır. Hangi sektör olursa olsun, ekonomik faaliyetin doğaya negatif dışsallıklar getirdiği açıkça bilinen bir durum… Sıfır atık hedefleri, karbon ayak izi ölçümleri ve aklınıza gelebilecek her ‘çevreci’ söylemde bunu görmek mümkün, eğer ki görmek isterseniz! Bu sebeple ‘sürdürülebilir büyüme’ ya da ‘sürdürülebilir kalkınma’ terimleri var zaten. ‘Doğa dostu’ benzeri tanımlamalara gelince; külliyen yalan ve genelde halkla ilişkiler şirketlerinin süslü sloganlarıyla bir tür ‘yeşil aklama’dan (green washing) öteye bir şey ifade etmiyor. Hele ki, sermayenin vahşi doğa talanının yolunu açan siyasî iktidarlar söz konusu oldu mu, bu utanmazca bir yalana dönüşüyor. Tıpkı 17 Temmuz’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’na gelen ve 21 maddeden oluşan ‘Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ örneğinde olduğu gibi… Teklif, Cumhur İttifakı partilerinin milletvekillerinin 255 oyuyla kabul edildi, 199 red oyu verildi. Teklifin en çok eleştirilen düzenlemesi olan 11. madde, elektrik üretimi amacıyla yürütülen madencilik faaliyetlerinin ‘doğayla uyumlu’ şekilde zeytinlik alanlarda yapılabileceğini öngörüyor. ‘Doğaya uyumlu’ denen şey, aslında hem yerel ekonomiye hem de ekosisteme geriye dönüşü olmayacak şekilde zarar vermesi muhtemel ekonomik feaaliyetleri ‘sevimli’ göstermek dışında pek bir anlam taşımıyor. Bir de lakabı var bu maddenin ‘Süper İzin’… Bundan faydalanacak şirketlerin ise bugüne kadar iktidarla iç içe geçmiş, doğa talanı ve ülke topraklarının yağmasında liderliğe oynayan şirketler olduğunu bilmeyen neredeyse yok. Beşli Çete’nin bu yağmada da ilk sırada yer alacağına hep birlikte tanık olacağız.
Kullanışlı bir utanmazlık: ‘Yeşil aklama’ yalanları
Şu tanımlanmış görev ve sorumuluklarından ziyade, muhalefete seviyesizce laf yetiştirmekle uğraşan ve bu ‘Süper İzin’in en hızlı savunucularından TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı ve AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Varank, “Bu kanun ne getiriyor?’ derseniz, öncelikle bu kanun, yenilenebilir enerji yatırımlarının hızlandırılmasını getiriyor” diyor. Cümleye dikkat edin, burada da ‘sürdürülebilir enerji’ye gönderme yaparak bir başka ‘yeşil aklama’ daha… Kendisi bir zamanlar Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yapmış biri ve Türkiye sanayisinin ne durumda olduğu ortada, teknoloji deseniz ha kezâ! Ve yine bu kişinin her iki konudaki o hayali ve janjanlı sözlerini hatırlayın, ona inananlar Türkiye’nin dünya buluşçuluk merkezi olduğunu sanırdı. Yani asla inandırıcılığı olmayan iktidar temsilcilerinden biri… O tek değil, bu teklifin tartışıldığı meclis oturumunda ağzından tükürükler saçarak muhalefet partilerinin milletvekillerine saldıranların ileride bu ‘Süper İzin’ sayesinde paraya para demeyecek şirketlerle nasıl bağlantıları olduğunu da göreceğiz.
Yolsuzluk varken kalkınmayla doğa arasında denge kurulmuyor
Açıkçası ben, kalkınmayla doğa arasında denge kurulmasının dışında, gelişen ekonomilerin başka bir seçeneği olmadığını düşünenlerdenim. Yani öyle hayalperest, köylüye ahkâm kesen ‘ekolojist aktivistler’den değilim. Bunun iki sebebi var; birincisi gelişmişlik seviyesinin artırılması için belli yatırımların yapılması şart ve bunlardan en önemli yatırım alanlarından biri de sürdürülebilir enerji yatırımları… Bu aynı zamanda dünyanın baş belası olan karbon salımını azaltmak için bir zorunluluk. Yani güneş, rüzgâr, dalga ve jeotermal enerji santralleri kurulması şart ve hakkını vermek gerekirse AK Parti hükûmetlerinin bu alandaki icraatları görece başarılı… Nicelik açısından başarılı diyeyim, nitelik pek öyle değil! Bilimsel, akılcı, çevreye en az zarar verecek şekilde yer seçimi yapılması, doğru teknolojilerin kullanılması ve kayırmacılık olmadan santrallere izin verilmesi kaydıyla nitelik sök konusu olabilir. İşte bu saydıklarımın hemen hiçbiri bu iktidarın ilkeleri ve becerileri arasında yer almıyor. Temel sorun da bu!
783 bin 562 kilometrekarelik yüzölçümüyle Türkiye, Avrupa’nın en geniş topraklarına sahip ülke… Yine Türkiye, Avrupa’nın en fazla güneş alan ülkesi, aynı zamanda biraz abartılıyor olsa da rüzgâr haritalarına göre, rüzgâr enerji santrallerini kurabilecek çok fazla bölge bulunuyor. Jeotermal enerji açısından da bir İzlanda değiliz tabii, ancak potansiyel hiç de fena değil. Yani kurulum için asla alan sıkıntısı yok.
Peki hâl böyleyken, durduk yere Türkiye’nin en önde gelen tarımsal ürünlerinden zeytinle sürdürülebilir enerjiyi karşı karşıya getirmenin âlemi ne? İşte burada yerli ve yabancı sermaye gruplarının, kapitalizmin o sınırlı ahlâkından bile nasip almamış olması meselesi var. En yüksek kârı en düşük yatırımla gerçekleştirme hırsı! Yerli sermayenin, yabancı sermayenin en açgözlüsüyle işbirliği yapması bu ülkenin şirketlerinin genetik yapısına uygun. Tamam sermaye yurtsever falan değildir ama bu kadar da kendi ülkesinin doğasını, toprağını yok edecek kadar da gözü dönmüş olmak zorunda mıdır? Cevabı çok net; koskoca bir evet!..
Hatalar zincirinin sonu çaresizlik
Yolsuzluğun ve kayırmacılığın bir rutin olduğu siyasî iktidarlarla yarım yüzyılı geçmiş bir ülkede, özel sektör de bu niteliksizliklere sahip olunca, sadece çevresel sorunlar zirve yapmıyor, bu hastalıklı yatırımların negatif dışsallıkları sebebiyle, başta ziraat, hayvancılık, ormancılık ve turizm olmak üzere, pek çok ekonomik faaliyetin kalitesi ve verimliliği de düşüyor. İşte bu sebeple, ‘Süper İzin’ gibi akıldışı uygulamalar çok tehlikeli ve bu uygulamalar bir kere hayata geçti mi, çevreye, yerel sosyo-ekononomik ve sosyo-kültürel yapıya verdiği zararlardan geriye dönüş imkânı yok!
Bunu bir örnekle, hem de acı ve çaresizliğin buram buram koktuğu bir örnekle açıklayayım… Pek çok insan eseri felaketlerden biriydi değil mi Çöpler Altın Madeni’nde yaşanan o toprak kayması? Hani altın madeninin atıklarının koskoca bir tepe oluşurduğu liç alanı göçmüş ve dokuz vatandaşımız ölmüştü. O felaketten bu yana yaklaşık bir buçuk yıl geçti ve maden şu anda faaliyette değil. Erzincan’ın İliç ilçesinde bu kaza göz göre göre gelmiş ve uzmanların uyarılarına ne İliçliler ne de devletin yetkilileri kulak vermişti. Çünkü hemen herkes görece zenginleşmişti, esnafından işçisine, taşeronundan Kanadalı maden şirketinin sorumlularına kadar herkes mutluydu. Köylülerin ve ilçe halkının bir bölümü çiftini çubuğunu satmış, bir firma kurup Anagold’un taşeronu olmuştu, taşeron olamayan da o madende işçi…
Usülsüzlük kural para kral ise…
Bu maden devi şirket, koca bir köyü başka bir yere taşımış, o köylülere iki katlı villalar inşa etmiş, bir de toprak için üzerine para vermişti. Üstüne üstlük bir de iş imkânı! Kimin umurunda olurduk ki artık altın çıkarma faaliyeti sırasında toprak zehirlenecek, iş kazaları olacak… İşte İliç ve köylerinin engellenemez değişimi böyle başlamıştı. Bölge o güne kadar tarımsal faaliyet dışında bir şey bilmezken, altının parıltısına kapılmıştı. Villa, para ve işle kandırılan köylüler, yarın da kandırılabilir ya da aynı şey başka bir ilin başka bir ilçesinin başka bir köyünde de aynı şekilde yaşanabilir. Eğer ki yurttaşını, ülkenin zenginliklerini korumayı her şeyden daha önemli gören bir sosyal devlet anlayışı yoksa…
Olmadığını biliyoruz. Hatta tüm usulsüzlüklerle bu madenin faaliyete geçmesinin önünü açan yetkililer, şimdi benzer yıkım ve felaketler için ‘Süper İzin’ denen garabeti yasalaştırıyor.
Yerel aktörlereen köylülere kadar herkes madenin açılmasını istiyor
Peki dokuz insanının toprağa gömülmesinin müsebbibi o altın madeninin geleceği hakkında yerel aktörler ve bölge halkı ne düşünüyor dersiniz? O madenin bir an önce tekrar faaliyete geçmesini istiyorlar. Yerel aktörler dediğim, Erzincan Ticaret ve Sanayi Odası, Erzincan Ticaret Borsası, o şirkete iş yapan taşeron şirketlerin sahipleri, yerel yöneticiler, hepsi ağız birliği yapmış, “Yeterli önlemler alınsın, maden hemen açılsın” diyorlar. Aynı şey İliç ve köylerinde yaşayan yurttaşlar için de geçerli. Çünkü başka çareleri yok! Çünkü bir zamanlar kaliteli tulum peyniri ve balıyla ünlü, şahane bir doğası olan, köylülerin büyük emek dökerek kıt kanaat geçindiği bu hayvancılık merkezinde yeniden tarımsal faaliyete dönmek birkaç sebeple mümkün değil. En önemlisi Çöpler Köyü’nün merası artık yok, çünkü maden sahasının bir parçası, yani maden kapansaydı bile yeniden tarımsal faaliyete uygun hale getirilmesi imkânsız. Yine genel olarak toprakların ne kadar kirlendiği tam olarak bilinmediğinden bu bölgenin tarım ürünlerine pek talep olmayacağı da aşikâr, ister bal olsun, ister tulum peyniri…
Bir diğer sebep ise maden kapandıktan sonra işsiz kalanların yeniden tarımsal faaliyete dönebilmek için yapmaları gereken yatırımı karşılayacak bir kuruşu bile olmaması… Bırakın onu, borç içindeler. O madenden gelen paralarla alınan lüks arabaların kredi taksitleri bekliyor mesela! İcralık olanı da var, arabasını ve kalan tarlasını satılığa çıkaranı da… İyi de hangi parayla o arabayı alacak biri çıkacak ya da toprağın zehirlenip zehirlenmediği konusunda bu kadar söylenti varken, o tarlaları kim satın alır? Bununla da bitmiyor sorunlar… Yıkım sadece sosyo-ekonomik değil, bir o kadar da sosyo-kültürel; hayvancılık gibi emek yoğun bir ekonomik faaliyete ne gençler ne de kadınlar dönmek istiyor. Biliyorlar ki, o emeğin karşılığı yeterli değil, hele ki elleri maden sayesinde biraz para gördükten sonra…
‘Her işte insan ölür, maden hemen açılmalı’
İşte bu sebeple, gerek yetkililerin gerekse Anagold’un bir an önce madeni yeniden faaliyete geçirmesini istiyorlar. Öyle bir çıkmazdalar ki, o madende çalışmış ve gırtlak kanseri olmuş bir köylü, hem de bu sebeple Anagold’a dava açmış biri, “Köylünün başka çaresi yok, o maden hemen açılmak zorunda” diyebiliyor. Kendisinden vaz geçmiş, komşusunu düşünüyor. Bir diğeri “Her iş yerinde kaza olur. Beş, on, yirmi kişi ölür. Bu işin kuralı bu… Yeterli önlem alınsa da alınmasa da o maden açılmalı, millet aç” diyecek kadar çaresiz ve bunalmış.
İşte o zeytinlikleri köylünün elinden alıp sermayeye peşkeş çekecek ‘Süper İzin’ var ya, onlarca köyü Çöpler Köyü’nün kaderiyle yüzleştirecek bir yasa! Hem de bu kez bir parmak bal çalarak da değil, devlet zoruyla!.. Ve bir kez daha insan hayatını ve doğayı umursamadan, usulsüzlükler silsilesiyle… Tıpkı gerekli önlemler alınmadan, sıkı şekil şartlarına uyulmadan faaliyete geçirilen Çöpler Altın Madeni’nde olduğu gibi…