1. Haberler
  2. Türkiye Gündemi
  3. Selma Kara yazdı: Ev dediğin nedir? Başkan Tutdere: “Kıymetinin bilinmesi gereken yer”

Selma Kara yazdı: Ev dediğin nedir? Başkan Tutdere: “Kıymetinin bilinmesi gereken yer”

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ev dediğin nedir gülüm?!…

Yalnızca barındığımız mekânın adı mıdır yoksa ‘yuva’ diye tanımladığımız; tanımlarken aidiyet ve güveni kastettiğimiz, anılarımız ve bilincimizin şekillendiği daha sıcak bir ortam mıdır ev? Belki de kimliğimizi, benliğimizi inşa ettiğimiz yerin ta kendisidir. Ya da bütün bunların hiçbiri değildir de, sonradan uydurulmuş anlamlarla içi doldurulmuş sadece fiziksel bir mekânın ta kendisidir.

Bu soruları birkaç gündür yaşadığım 21 metrekarelik konteynerden soruyorum. Her nedense mekânın ölçüsünü yazarken ruhun 21 gram olduğu meselesi geliyor aklıma.

Adıyaman’dayım. Birkaç gündür bizzat konteyner yaşamını deneyimliyorum. Deneyimime deneyim katsın diye olacak ki, sevgili Tanrı konteynere yerleştiğimden beri bu mevsimde buralarda görülmediğini söyledikleri bir rüzgârı hasıl etti. Evlerimizin kapısını kapattığımızda dışarıda bıraktığımız rüzgâr konteynerde hiç de dışarıda kalmıyor. Yağmurla ilgili de benzer şeyler duymuşluğum var bu arada.

Rüzgârın dinmeyen uğultusunu dinlerken, aslında kapısını kapatıp içine girdiğimde kendimi dış dünyadan yalıttığım bir mekân olduğunu kavrıyorum evin. Bu durumda ev benim için güven duygusuna denk geliyor; dışarıdaki tüm sorunlardan âri kendimi güvende hissettiğim, her şeyden bağımsız kendimi inşa ettiğim yer.

Öte yandan bizi dışarıdan yalıtan bir alan değilse artık ev, toplumun ve ürettiği değerlerin karşısında benliğimi inşa etme lüksüm ortadan kalkıyor. Ve kendime ait olanı inşa ettiğim yer fikri de sarsılıyor: kendime ait olan, kendime ait olanı seçtiğim, kendime ait olanı seçerek kendi kendimi inşa ettiğim, kendime ait olan ve kendim için emek verdiğim… Tabi şu var, kendime ait olanı seçmek için, ait olduğum yeri, mekânı, kendini sorgulamam, buna emek vermem gerekiyor.

“Sahi ev neydi, ev emek miydi?” diyesim geliyor tam da burada.

Sevdiğim filozoflardan Heidegger, “Varlık ve Zaman” (Sein und Zeit) adlı eserinde dünyada olma (In-der-Welt-sein) kavramını işlerken, insanın varoluşunu bir “ev” kurma süreci olarak yorumlamış mesela. İnsanın kendini güvende hissettiği, anlam ürettiği, “yerleştiği” mekân olarak tanımlamış evi. Benim için de ev kavramının aslında tam olarak böyle bir şey olduğunu anlıyorum.

Tabi şımarıklık etmek de istemem.

6 Şubat depremlerinin üzerinden geçen zaman boyunca, metrekare başına 1 gram düşen ruhunu teslim ettirecek kadar bunaltan bir konteynerde yaşamını sürdürmek zorunda kalan biri değilim sonuçta. Birkaç gün yaşadığım yerden de sözüm ona empati abidesi kesilip ahkâm kesemem, ki amacım da o değil zaten.

Bir de bu empati kavramının üzerine tekrar düşünmekte de fayda var. Kendini bir yere konumlandırıp bir başkasının çektiği acıya konforla konumlandığın yerden bakmak pek de insanî değil sonuçta.

Beyaz plastik duvarlara bakıp bu düşüncelere daldıktan sonra hapishaneler ve geçici yaşam alanlarının insan psikolojisi üzerindeki etkilerini araştırmaya koyuldum. Hapishanelerde uzun süre dar alanlarda kalmanın, zihinsel çöküntü, depresyon, anksiyete ve psikotik belirtiler; kendini tanıma ve zaman algısında bozulma; şiddet, intihar ve kendine zarar verme isteğinde artış; fiziksel hastalıkların yaygınlaşması; sosyal aidiyet, kimlik kaybı ve salındıktan sonra bile izleri devam eden kalıcı etkiler bıraktığını öğrendim.

Geçici barınma alanlarında ise benzer bulgular mevcut. Örneğin, UNHCR, WHO ve AFAD raporlarına göre, geçici barınma alanlarında kalan bireylerin yüzde 50’sinden fazlasında ciddi psikolojik sıkıntılar (depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları) gözlemlenmiş. 1999 Marmara Depremi sonrası yapılan çalışmalarda, konteyner kentlerde kalanların yüzde 38’inde travma sonrası stres bozukluğu ve yüzde 60’ında depresyon belirtileri tespit edilmiş. Japonya’daki 2011 Tōhoku depremi sonrasında, geçici barınma alanlarında kalanlarda uzun vadeli intihar riskinin arttığı görülmüş.

6 Şubat depremlerinden sonra geçici barınma alanlarının tamamen kaldırılamadığı 11 ilde de benzer bulgular söz konusu. En yakından bildiğim Adıyaman’da şu anda 50 bin civarında insan (kent merkezindeki rakam) halen daha konteynerlerde yaşıyor.

Bir keresinde sohbet ettiğim biri bu durumu, “2 yıldır kutuda yaşıyoruz.” diye tanımlamıştı. Bir başkası da, “Bir deprem esnası var bir de depremden sonrası. Depremden sonra ayakta kalmak daha zor.” demişti. Bakın, “yaşamak” demiyor, “ayakta kalmak” diyor. Yani yaşadığını hissetmiyor, hissettirecek bir ortam bulamıyor, yaşama dair bir amacı kalmamış, o amacı sürdürebileceği güvenli bir alanı, “evi yok”. Amacı kalmayınca da yaşamdan kopmayı tercih edebiliyor ki, son zamanlarda intihar vakalarının artması da bu kopuşun göstergesi.

“Psikolojik desteklerin artırılması, yeni politikalar üretilmesi” gibi didaktik sözlere olan inancımın yitip gittiği bu manzaranın üzerine, İzmir’deki yangınlarda evinden olan bir kirpinin, itfaiye erinin elinden su içerken çekilmiş o görüntülerine bakınca kendime şu soruları soruyorum:

En temel ihtiyacımız olan, güvenlik ve aidiyet duygusunu sağlayan bir “ev” sunmaktan bu kadar uzak bir sisteme neden ve nasıl hapsolabildik?

Nasıl oldu da en temel “barınma” hakkı, bir ayrıcalık gibi görünmeye başladı?

Bir sürü yanıtı var ama neye yarar bilmiyorum.

Rüzgâr uğultusunu artırdı. Rüzgâr demek söndürülemeyen yangınlar ve o söndürülemeyen yangınlarda yuvaları dağılan, dağılan yuvasını bir daha eski yerine koyamayacak olan çoğunluklar demek.

O çoğunluklar ki, varlıkları şanslı azınlıkların garantisi… Halbuki hepsinin ruhu aynı ağırlıkta değil mi: 21 gram…

Bu yazıyı kaleme alıp Kemal Hoca’ya (Göktaş) gönderdiğimde saatler 00.02’yi, takvim ise 6 Temmuz’u gösteriyordu.

Ben konteynerde kalanlara dertlenirken sabahın erken saatlerinde Türkiye’de ciddi bir çoğunluğu hüzne sürükleyen ve geleceğe dair kaygılarımızı perçinleyen bir haberi aldığım telefonla uyandım: Başkanımızı (Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere) evinde gözaltına almışlardı.

Şu anda takvim 10 Temmuz’u ve saatler de 08.39’u gösteriyor. Aradan 5 gün geçmiş ve geriye dönüp o 5 güne baktığımda “ev” denen yerin aslında kendimizi güvende hissettiğimiz “yuva” olduğunu bir kez daha anlıyor ve Heidegger’e bir kez daha hak veriyorum. Bazı koşullarda yuvanın metrekaresinin hiçbir önemi kalmıyormuş. Abdurrahman Başkan’ın ifadesiyle kıymetinin bilinmesi gereken yermiş ev (bunu mutfaktaki eskidiği için artık sallanan sandalyesine otururken söylüyor: “Evimizdeki sandalyeyi yenilememişiz, üzerimize atmaya çalıştıklarına bak. Ama kırık da olsa kıymetini bilmek lazım. Bir gün onu arayacağın gün de gelir.)

Varsın sandalye eski, tencereler bekarlıktan kalma ve hatta 21 metrekare olsun ama tabiri caizse bacası tütsün…

5 güne dair bir tanım yapmam gerekirse tek bir deyim bunu çok iyi açıklar: “Evim başıma yıkıldı.” Depremde evleri de, kentleri de başına yıkılan Adıyaman’ın bir kez daha başına yıkıldı her şey bu haberle…

Yine empati yapmak gibi bir hadsizliğe düşmek istemem tabi. Sonuçta Vatan Emniyet’in 7 kat dibinde 4 geceyi dolduran biz değildik. Ama sizden birinin (ille de tanımak gerekmez, sizden de görebilirsiniz) evine bir ateş düşünce sizin evinize de huzur uğramıyor artık. Sizin şehrinizi, sizin ülkenizi terk ediyor huzur…

Bir süredir en büyük evimiz; memleketimizde herkes yeni güne huzursuz uyanıyor. Bu cümledeki “herkes” sözüne karşı çıkan olabilir ama bu süreçte gördüğüm bir şey daha var; “hakikat vicdanda iz bırakıyor.” Tez zamanda vicdanlarımızda iz bırakan haksız uygulamaların bir an önce sona erdiği, büyük evimizde adaletin tesis edildiği, yeni güne kaygısız ve huzurla uyanabildiğimiz günler diliyorum.

Bir müzik grubu var; adı ‘Büyük Ev Ablukada’, bir de deyimimiz; “ruhum daraldı.” Büyük evimizin ablukadan çıkacağı, 21 gramlık ruhumuzun feraha ereceği umut dolu, güzel günlere…

Selma Kara yazdı: Ev dediğin nedir? Başkan Tutdere: “Kıymetinin bilinmesi gereken yer”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

EGEPRESS ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin