Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Avrupa Sosyalist Partisi’nin çağrısıyla düzenlenen AB Konseyi Liderler Hazırlık Toplantısına katıldı. Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirilen toplantıda konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Değerli yoldaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle sözlerime başlarken bugün burada herkesin yüksek bir hassasiyetle sözlerine Filistin’den başlaması, İsrail’in sadece kınanması değil, Filistin’in tanınması, İsrail ile yapılan ticaret anlaşmalarının askıya alınmasıyla ilgili kararlı bir tutum takınılması, yani sadece sözle değil eylemle de Filistin halkının yanında olunması noktasında duyduğum her şeyden son derece mutluyum. Bir önceki çok değerli konuşmacının pozisyonu gibi biz de ülkemizde muhalefetteyiz. Ülkemizdeki iktidar aslında tarihsel olarak Filistin meselesini sahiplenen bir iktidar gibi görünse de Trump’ın üzerlerinde oluşturmuş oldukları baskı ve Filistin ile sürdürdükleri ticari ve siyasi ilişkiler üzerinden üzerine düşeni yapmıyor. Geçtiğimiz hafta Türk siyasetinin tüm renkleri, sekiz parti birlikte büyük bir dayanışma mitingi gerçekleştirdik. Türkiye’de ses getirdi. İsrail ile örtülü ve gizli olarak halen daha yaptıkları ticareti ifşa ediyoruz. Hükümetin üzerinde bu konuda etkili ve net bir tutum takınmaları noktasında baskı yapıyoruz. Hükümet üzerinde sonuç vermiyor ama bu hükümete ‘Filistin dostu’ diye oy veren seçmenlerde gerekli aydınlanmaya, bu konuda onların siyasi tepkilerinin ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.”
“ARADAN GEÇEN ZAMANDA OTORİTERLİK ARTTI”
“Değerli yoldaşlar, öncelikle partimizle göstermiş olduğunuz dayanışma için teşekkürlerimi ifade etmek zorundayım. Geçtiğimiz 5-6 Mart’ta tam bu salonda yine bir konuşma yapmıştım. Türkiye’deki otoriterleşme eğilimlerinden söz edip, Avrupa güvenliğini de etkileyen gelişmeler hakkında konuşmuştum. Aradan yalnızca üç ay geçmiş olmasına rağmen Türkiye’deki otoriterlik arttı ve artmaya da devam ediyor. Ülkemizde demokrasiye, halk iradesine ve partimize yönelik saldırılar yepyeni bir boyuta evrildi. Bölgemizde ise yeni çatışmalar patlak verdi. Şu anda Türkiye’de demokrasi ve adalet eşi, benzeri görülmemiş ağır bir saldırı altındadır. Parti liderleri, siyasetçiler, belediye başkanları, iş insanları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, gazeteciler, öğrenciler hakkında hukuksuz yargı süreçleri işletilmekte ve istisna olması gereken tutukluluk tedbiri bir genel kurala dönüştürülmekte, yargılananların hemen hepsi tutuklu yargılanmaktadır. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu, 15,5 milyon yurttaşın oyuyla partimizin Cumhurbaşkanı adayı ilan edildiği gün tutuklanmış ve Silivri cezaevine konmuştur. Kendisiyle birlikte 10 belediye başkanımız, 10 büyük ilçemizin belediye başkanı da cezaevindedir, hapistedir. 18 Mart’ta Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye’de Cumhurbaşkanı adayı olabilmek için gerekli olan üniversite diploması, verilen üniversite tarafından 31 yıl sonra iptal edilmiştir. Diplomayı veren fakülte buna direndiği için önce dekanı değiştirilmiş, sonra da verilen akademik diploma, akademisyenler iptal etmediği için üniversitenin içindeki ulaşım haklarından, boya ve badanasından sorumlu olan üniversite yönetim kurulu tarafından iptal edilmiş, daha doğrusu Erdoğan’ın talimatıyla bu görev onlar tarafından yerine getirilmiştir. 19 Mart’ta ise diploma iptalinin ertesi günü Ekrem İmamoğlu gözaltına alınmış, ön seçimimizin olduğu 23 Mart günü de tutuklanarak cezaevine konmuştur. Biz bu süreci ‘19 Mart darbesi’ olarak nitelendirdik. Bu tanımlamaya uygun şekilde bir mücadele geliştirmiş durumdayız.”
“1 TEMMUZ’DA YENİDEN SARAÇHANEDEYİZ”
“Dün gece 11.00’de İstanbul’daki her çarşamba akşamı yaptığımız bir büyük protesto mitingini bitirip, 03.00 uçağı ile buraya geldim. Her hafta sonu bir büyük şehirde, o şehre göre tarihin görülmüş en büyük protesto mitinglerini gerçekleştiriyoruz. Şu ana kadar toplam 29 miting yaptık, 30’uncusunu tutuklamanın 100’üncü günü olan önümüzdeki salı günü; 1 Temmuz günü yeniden Saraçhane’de gerçekleştireceğiz. Bu süreçte PES’in Başkanı, yöneticileri ve PES’teki tüm yoldaşlarımızın gerek bizzat Türkiye’ye gelerek, gerek de uzaktan yayınladıkları bildirilerle verdikleri desteğe müteşekkiriz. Ülkemizin ve dünyanın içinden geçtiği bu zorlu dönemde Avrupa değerlerini benimseyen demokratlar arasındaki dayanışmaya çok önem veriyoruz. Burada gösterilen kıymetli gayretler çok önemlidir. Ancak Erdoğan’ın uluslararası toplumdan, Avrupa Birliği’nden ve Avrupa Birliği’ne üye ülkelerden hissetmesi gereken basıncın yüzde 10’unu bile hissettiğini ifade etsem yanlış olur. Erdoğan, şu an Türkiye’nin sahibi gibi davranmaktadır. Avrupa’nın güvenlik kaygılarını kendince yönetmekte ve Türkiye’de yüzde 51 ile seçildiği pozisyonda, son yapılan anketlerde yüzde 30’un altına düşmüşken partimiz son yapılan seçimlerde birinci parti olmuş, belediyelerin yüzde 65’ini kazanmış, ekonominin yüzde 85’ini belediyeler açısından yönetiyorken, son ankette oyu yüzde 41’lere çıkmışken maalesef Avrupa’daki ülkeler o ülkelerin yöneticileri Erdoğan’ı alternatifsiz ve ilanihayet Türkiye’nin lideri gibi gördükleri ve bunu ona da hissettirdikleri için bu onu iç politikada elverişle kullanmaya ve ‘Erdoğan’dan başka dünyanın bir seçeneği yok, Erdoğan’dan vazgeçmezler’ izlenimini iç politikada kullanmaya devam etmektedir.”
“KAVGA VARSA HERKES OTORİTENİN ARKASINA DİZİLİR”
“İçinde bulunduğumuz konjonktürde hepimizin güvenlik endişesi içinde olması kadar normal bir şey yoktur. Ama burada çok önemli ve hassas bir nokta var. Güvenlik endişelerini sağcılar kadar dile getirir, onlarla birlikte körükler, bunu ana gündem maddesi yaparsak onların bizi çekmek istediği çukura düşmüş oluruz. Güvenlik endişelerinin çok yüksek sesle konuşulduğu her yerde sağ güçlenir, otoriterler güçlenir. Evdeki çocuk eğer evde kavga varsa, dışarıya doğru bir kavga veriliyorsa ya da bundan herkes endişeleniyorsa o anda kim evde otoriteyse onun arkasına dizilir. Biz kendi ülkelerimizde otoriter rejimleri, aşırı sağı aşırı güçlendirecek güvenlik paranoyaları üzerinden değil; birleşerek, dayanışarak ve ayrı ayrı güvenlik kaygılarıyla değil; Avrupa’nın güvenliğini hep birlikte güçlendirecek planları hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin önce sığınmacı şimdilerde de güvenlik parantezini alınmasını, ilişkilerin bir al-verci seviyeye indirgenmesini hiç doğru bulmuyoruz. Öyle ki ülkemizdeki ve bölgemizdeki koşulların değişmesi, Türkiye ve Avrupa arasındaki ilişkilerin niteliğinin değişmesini de gerektirir. Türkiye, Erdoğan iktidarından ibaret değildir. Partimiz Türkiye’nin birinci partisidir. İktidar değişimi Türkiye için artık sadece bir takvim meselesidir. Halkımız 19 Mart’tan bu yana siyasi tarihimizin gördüğü en büyük demokratik direnişe; hem fiziksel, hem de siyasi destek vermektedir. Türkiye ve Avrupa demokrasilerinin geleceği birbiriyle ilişkilidir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye’nin demokratik ve istikrarlı olmasını savunurken, askeri açıdan güçlü olmasını, Türkiye ile AB arasındaki savunma ilişkilerinin elbette geliştirilmesini, Türkiye’nin ve Avrupa’nın güvenliğine katkı sunmasını destekliyoruz. Türkiye ile AB arasında yüzde 5 civarında zayıf seyreden dış politika uyumunun artırılması gerektiğini savunuyoruz. İçte demokratik, çoğulcu, kalkınmış ve istikrarlı bir Türkiye; Türk halkının talebidir. AB değerlerinin ve demokratik normların yok sayıldığı bir ortamda, sığınmacılar üzerinden yapılan pazarlıklardan sonra şimdi de güvenlik ekseninde al-verci yeni bir pazarlık, hem Türkiye’nin hem de Avrupa Birliği’nin stratejik çıkarlarına hizmet etmeyecektir. Müzakereler demokrasi ve özgürlükler temelinde yürütülmelidir. Avrupa dışında güvenlik tehditleri, içeride aşırı sağın yükselişi gibi sınamalarla karşı karşıyadır. Bunların panzehiri daha fazla güvenlik adına demokrasinin göz ardı edilmesi değil, daha fazla demokrasi için ortak çaba harcanmasıdır.”
“AVRUPA BİRLİĞİNE TAM ÜYELİĞİ HEDEFLİYORUZ”
“Türkiye, Avrupa’nın saygın ve eşit bir ortağıdır. Türkiye ve Avrupa arasındaki ilişkiler bu gerçeklik üzerine yükselmelidir. Avrupa, Türkiye’yi asla itmemeli, kendine doğru çekmelidir. Ama bunu çekerken Türkiye’yi demokrasi zeminine, hukuk zeminine davet etmeli ve bu şekilde kapsayabileceğini, Türkiye’yi yönetenlere, yönetenin kim olduğundan bağımsız olarak en net şekilde hissettirmelidir. Çünkü halkımızın yüzü Avrupa’ya dönüktür. Demokrasi zemininde Türkiye ile müzakere edilmeli, sorunlar konuşulmalı, yeni askeri ve ticari ilişkiler bunun üzerine kurulmalıdır. Gençlerimizin ve insanlarımızın vize sorunları mutlaka çözülmelidir. Biz Avrupa Birliği’ne tam üyeliği hedefleyen partiyiz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu da bu konudaki en önemli adımlar da hep Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar ya da iktidar ortağı olduğu dönemlerde gerçekleşmiştir. İktidara geldikten sonra ışık hızıyla Kopenhag Kriterlerini hayata geçirip Avrupa Birliği üyeliğini elde etme stratejisine sahibiz. Bu konuda siz kardeş partililerimizi bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kararlı desteği bizler açısından son derece önemlidir. Sizlere tüm sorunlarımıza birlikte çözüm üretebileceğimiz, yarınların umuduyla saygılar sunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyor, sevgiyle kucaklıyorum.”