Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV’de katıldığı programda gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Özel, DEM Parti ile ilişkilere, asgari ücret tartışmalarına ve çözüm sürecine dair değerlendirmeler yaptı.
Özel, ilk olarak asgari ücret zam teklifleri hakkında konuştu:
“Mecliste yapılanlara bütçe görüşmesi demek zor. Yani bir meclis kurulmuş da sonra bütçeyi yapsın diye bir komisyon kurulmuş. O da bütçe yapmış diye bir şey yok insanlık tarihinde. İnsanlık tarihi boyunca, ta Magna Carta’da tek adamın vergiyi tek başına belirleyemeyeceği yazıya dökülerek insanlık tarihinin en önemli kazanımının ilk somut adımı atıldı. Ve o günden itibaren devletin vergi alan sağ eliyle dağıtan şefkatli sol elinin dengesine meclisler karar verir. Yani halkta bu kazanım önce 1215’te bir yazı olarak ortaya çıktı. Devamında 17’nci yüzyıla damgasını vuran ilke şuydu: Temsil yoksa vergi de yok. Yani bir mecliste temsil edilmiyorsan vergi vermem.
İngiliz Parlamentosu, Fransız İhtilali ve Fransız Parlamentosu; bizde biraz daha geç olmakla birlikte önce bütçe hakkı elde edildi, sonra onun konuşulacağı yere bir çatı yapıldı ve oraya meclis dendi. Yani meclisten önce kazanılmış bir hak bu. Ama şimdi bugün mecliste görüşülüyor, işte 12 gün sonra bitecek deniyor. Diyelim ki 600 milletvekili bütçeyi reddetti. Bütçe, geçen senekinin üzerine yeniden değerleme oranı konularak devam edecek; cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi böyle işliyor.
Tek adam rejimi neden? Çünkü değiştirdikleri anayasaya bunu koydular. Eğer bütçe geçmezse bir önceki bütçeye yeniden değerleme oranı konuluyor, ona göre hükümet devam ediyor. Düşünün ki milletin meclisinin tamamı bütçesini reddetmiş. Normalde dünyada bütçesi geçmeyen hükümetler düşer, yerine yenisi kurulur. Türkiye siyasi tarihinde de bunun örnekleri var. Ama maalesef burada bütçe artık göstermelik bir şey.
Yani bizim meclisimiz, onların getirdiği rejime göre bir dekor. Genel kurul salonu bir dekor, milletvekilleri oyuncu, halk seyirci. Demokrasi adına orada atılan bir tirat var ama karşılığı yok. Önce bu tespiti yapmak lazım.
Devamında bu bütçe nasıl bir bütçe? Bu bütçe “mış gibi” yapan bir bütçe. Aslan payı iktidarın önceliklerine, büyük holdinglere, şirketlere gidiyor; onların vereceği vergiler affediliyor. Diğer taraftan büyük teşviklerle, kamu-özel işbirliklerine, yap-işlet-devret projelerine büyük paralar aktarılıyor. Ama emeğin, emekçinin ve emeklinin hakkını alamadığı bir bütçe bu.
Bugün on altı bin lira en düşük emekli maaşından, yirmi iki bin lira asgari ücretten bahsediyoruz. Geçen sene AK Parti kendi pratiğinde -ki o da gerçekleşen bir pratik değil- hep şunu söylüyordu: “Biz asgari ücretliyi enflasyona ezdirmiyoruz.” Nasıl ezdirmiyorsun? TÜİK enflasyonu belirliyor, biz de o enflasyon kadar zam veriyoruz diyorsun. Bir kere TÜİK enflasyonu belirlemiyor; TÜİK enflasyon üzerinde manipülasyon yapıyor ve gerçek enflasyon altmışken otuz açıklıyor. Zaten oradan emekten bir şeyler çalıyorsun.
Ama geçen sene TÜİK’in -ben onu Tayyip Erdoğan’ı üzmeyen istatistik kurumu diye kısaltıyorum- rakamlarıyla bile enflasyonu vermediler. Neyi verdiler? Beklenti enflasyonunu verdiler. Yani karnede sınavda aldığı notu değil de sınava girmeden önce umduğu notu verdiler. Böyle bir eğitim sistemi, böyle bir puanlama sistemi var mı? “Ben enflasyonu yüzde yirmiye düşürecektim, beceremedim kırk oldu. Sana kırk vermiyorum, yirmi veriyorum.” Önce düşür, sonra öyle ver.
Böyle olunca geçen sene asgari ücret, gerçek enflasyon karşısında gitgide eriyerek ağır bir darbe aldı ve yirmi iki bin lirada kaldı. Aslında otuz bin lira olması gerekiyordu, yirmi iki bin lirada kaldı. Şimdi bu yirmi iki bin liranın üzerine, Türk-İş’in de artık katılmadığı, katılmayı reddettiği asgari ücret komisyonunda oturup bir tiyatro yapacaklar ve yirmi yedi, yirmi sekiz bin liralık bir asgari ücret belirleyecekler.”
Türk-İş’in asgari ücret komisyonuna katılmamasını nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine Özel şunları söyledi:
“Türk-İş’in bugüne kadar katılmalarını yanlış buluyorum. Bu kadar adaletsiz bir asgari ücret komisyonuna bugüne kadar katılmaları yanlıştı. Bu seferki doğru. Ümit ediyorum bundan sonra belirlenecek asgari ücret konusunda sendikalar da sorumluluk alır.
Burada sendikalarla ilgili küçük bir parantez açayım. Türkiye’de konfederasyonların şöyle bir yanılgısı var ya da sorumluluğu üstlerinden atıyorlar. Konfederasyon derken DİSK’i ayrı tutuyorum ama Türk-İş özellikle şöyle diyor: “Asgari ücret benim işim değil, bende örgütlü olanlar zaten asgari ücret almıyor.” Doğru ama asgari ücret Türkiye’de temel ücret oldu. Neredeyse kayıt dışı çalışanları da katarsanız ortalama ücret haline geldi. En büyük toplu sözleşme bu. Her yüz kişiden elli beşi asgari ücret alıyor.
Almanya’da asgari ücret bir yıl alınıp hızla uzaklaşılan bir ücretken, Avrupa’da böyleyken Türkiye’de temel ücret. Daha kötüsü, asgari ücrete gelen zam oranı bütün ücretlere neredeyse aynen yansıyor. Asgari ücretin iki katı maaş alan biri için bile asgari ücretin nasıl belirlendiği, alacağı zam açısından çok önemli. Türkiye’de böyle bir fiili durum var.
Bu nedenle asgari ücret meselesinde Türk-İş’in masaya oturmaması doğru ama bütün sendikaların bunu kendi meselesi yapması gerekiyor. Çünkü bütün ücretlere yansıyor. Ve asgari ücret eğer yirmi yedi, yirmi sekiz bin lira olacaksa, bu bir yıl önce hak edilen asgari ücretin bile altında. Otuz bin lira olması gerekiyor, yirmi sekiz bin lirada kalıyor. Bu tarihin en büyük emek hırsızlığıdır.
Bunun karşılığında emekli maaşına yapılacak zam da düşünüldüğünde, on altı binlerin üzerine gelecek bir artışla yirmi bin lira civarında bir rakamdan bahsediliyor. Bugün için ilk kez tarihte, asgari ücret verildiği gün açlık sınırının altında olacak. En düşük emekli maaşı da verildiği gün açlık sınırının üçte ikisi seviyesinde kalacak. Bu kabul edilebilir bir şey değil.
Ben meydanlarda soruyorum: Yoksulluk sınırı doksan sekiz bin lira, bu da Türk-İş’in rakamı. Koca meydanda yedi-sekiz kişi çıkıyor, evine 98 bin liradan fazla maaş giren. Bir maaş, iki maaş, üç maaş… Herkes tek bir asgari ücretle geçiniyor. Gerçekten bu yüzden bunun büyük bir sosyal patlamaya, sosyal infiale yol açacağını söylüyorum. Neye göre söylüyorum? Sokakta gördüğüm tansiyona göre.”
MESEM’ler Türkiye’nin en utanç verici başlıklarından biri
Özel, hükümetin MESEM politikasına ve MESEM’li çocukların öldürülmesi üzerine sorulan soruya şöyle yanıt verdi:
“MESEM meselesi Türkiye’nin en utanç verici meselelerinden biri. Bunu bütçe konuşmamda da söyledim. Çocuklardan biri asit kuyusuna düştü, birinin başını pres ezdi, biri 10’uncu kattan düşerek öldü, bir diğeri kuyuya düşerek hayatını kaybetti. Bir ülkede 15 yaşındaki öğrenciler böyle ölür mü? Eğer buna mesleki eğitim deniyorsa, Almanya’da da mesleki eğitim var. Almanya’da mesleki eğitimde 30 yıldır, 18 yaşın altında tek bir çocuk ölmemiş.
Türkiye’de ise yılbaşından bu yana 18 yaşın altında çok sayıda çocuğumuz, neredeyse 18 kardeşimiz hayatını kaybetti. Bu MESEM işi, Milli Eğitim Bakanı’nın ağzında büyük bir ukalalıkla, büyük bir küstahlıkla savunuluyor. “Zaten bunların okulda işi yok” deniyor. Yarım gün okul, yarım gün ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyorlar. Bu, emek sömürüsünün daniskası.
Hem 18 yaşından küçük çocuklar çalıştırılıyor, hem ağır bir emek sömürüsü var, hem de bu çocukların burada başlayan sigortalılıkları ileride emekliliklerine sayılmıyor. Böyle çok katmanlı bir adaletsizlik söz konusu. Bu mesele bence Türkiye’nin en utanç verici meselesi. Mecliste bunu anlatırken, iktidar sıralarını bırakın, muhalefet sıralarındaki milletvekillerinin bile başını öne eğdiğini gördüm. Bir ülkeyi yöneten mecliste konuşulan meseleye bakın; gerçekten çok utanç verici.
Dahası, arkadaşlarının ölmesine ve çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılmasına itiraz ettiği için bugün bir öğrenci tutuklu. TİP’li kardeşlerimiz Silivri’de tutuklu. MESEM’lerde öğrencilerin ölmesine utanmayanlar, buna itiraz eden öğrencileri tutuklamaya da utanmadı. Üstelik itirazları da dün reddedildi. Hiç olmazsa itirazla serbest bırakılırlar diyorduk, o da olmadı.”
‘Mücadele vaat ettim, eninde sonunda iktidar vaat ettim’
CHP’nin 39’uncu Kurultayı sonrası yol haritasına dair sorusuya yanıt veren Özel, şunları söyledi:
“Şu anda partide görünen, yani normal parti süreçleri içinde yer alan herkes aynı hedefe kilitlenmiş durumda: İktidar ve bunun için mücadele. Bunu kurultay konuşmamda da açıkça söyledim. Ben kimseye güzel günler, kolay bir yoldan iktidar yürüyüşü vaat etmedim. Acı çekmeyi ama direnmeyi, zulüm görmeyi ama teslim olmamayı vaat ettim. Mücadele vaat ettim. Eninde sonunda da iktidar vaat ettim.
Bu konuda parti içinde tam bir mutabakat var, ortada hiçbir şüphe yok. Anahtar listemiz olağan kurultaydan hiç delinmeden geçti. Zaten listemiz Türkiye İttifakı’nı temsil ediyor. Kürt demokratlar, muhafazakâr demokratlar, milliyetçi demokratlar, sosyal demokratlar var. Hepsi CHP’nin tüzüğüne ve programına bağlı ama birbirinden farklı renkler taşıyor.
Parti içinde geçmişte yaşanan tartışmalar artık geride kaldı. Son seçimlerde, Sayın Kılıçdaroğlu ile yarıştığımız kongrede en sert itirazları dile getiren isimlerden Zeynel Emre bugün partinin sözcüsü. Bu da gösteriyor ki biz o tartışma dönemlerini kapattık.
Parti bu birlikteliği sağlarken, hâlâ dışarıda bir yerlerde tartışma yaratan, huzursuzluk üretenlerle artık meşgul olmayacağız. Kurultaydan sonra çıkıp, partinin çıkmadığı televizyonlarda çok ağır sözler söyleyenlerle yolları ayırdık. Bundan sonra bir bütünü tek başına enfekte etmeye çalışan tekil odaklarla da zaman kaybetmeyeceğiz.”
Cellat ve Stockholm Sendromu tartışmaları
“Stockholm Sendromu açıklamaları ve celladına aşık olmama çağrısı” sorusuna Özel şöyle yanıt verdi:
“31 Mart’taki darbeden sonra bütün partiler büyük bir dayanışma gösterdi. Hepsine müteşekkiriz. Orada burada. Ayrıca diyorum HDP’nin eş genel başkanlarının hapiste olması Zafer Partisi’nin genel başkanın beş ay hapiste tutulmuş olması ve 19 Mart darbesi bizatihi partilerden çok halkın seçme hakkına vurulmuş darbelerdir diyorum. Ve hangi siyasi partiden olursa olsun bunu izleyebilirsiniz. Herkesi Stockholm Sendromu’na karşı uyarıyorum. Celladınıza aşık olmayın diyorum. Ben burada bir ama burada bir gerçeklik var. Bunu DEM Parti’ye söylemedim. Eşgenel başkanlarına da açıkladım kendilerini kastetmediğimi.
Bizim DEM Parti’yle ilişkileri bozma lüksümüz yok bu siyasi çıkarlar açısından değil. Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma birlikte bir ortak yarına yürümek için DEM ile CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbirinden ayrı düşemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası, Saraçhane’de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş’ı hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. Israrla kurtuluş yok tek başına dedik. Bu bir demokrasi meselesidir.”
‘Halkın adayını masadan kaldıramam’
İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda CHP’nin başka planlarının olup olmadığına ilişkin soruya şöyle yanıt verdi:
“İmamoğlu’yla ilgili soruya yanıtım net: Ekrem Başkan’ın meselesi bizim A, B, C, Z planımız. Sonuna kadar. Bunun başka bir yorumu yok. Çünkü aksi bir tartışma, iktidara yakın medyanın özellikle kaşımaya çalıştığı, CHP içinde ayrılık ve belirsizlik var algısına hizmet eder. Biz bu oyuna gelmeyiz.
Adayın belirleneceği güne kadar Ekrem İmamoğlu bizim adayımızdır. Ben partinin genel başkanı olarak istersem kendim aday olabilirdim, doğal aday da olurdum. Ama bunu yapmayacağımı söyledim. MYK’dan aday belirlemedik, PM’den aday belirlemedik. İki milyon üyemizle ön seçim yapacağız dedik. Tüzüğümüzde olan halk yoklamasını, bu darbe girişimine karşı “dayanışma sandığı” adıyla hayata geçirdik.
On beş buçuk milyon kişi oy kullandı. CHP’nin üye sayısı iki milyon. Demek ki en az 13 milyondan fazla yurttaş, CHP üyesi olmadığı hâlde gelip oy verdi. Bu tablo şunu gösteriyor: Ekrem İmamoğlu artık sadece CHP’nin adayı değil, halkın adayıdır. Ben bu noktadan sonra o adayı çekip yerine başka birini koyamam.
Halkın adayını adaylaştırmamayı göze alanlar, bunun hesabını halka verir. O gün geldiğinde, “Halkın adayını adaylaştıramıyoruz” denirse, bu artık partinin değil halkın meselesidir. O zaman dönüp halka sorarız: “Sizin adayınızı elimizden aldılar, ne yapacağız?” Halk başka bir yol mu bulur, yeni bir inisiyatif mi alır, yetkiyi geri mi çağırır, bunu bugün kimse bilemez.
Çünkü artık mesele partiyi aşmıştır. Bu, doğrudan halkın meselesidir.”
‘CHP’nin olmadığı komisyondan korkun, biz hepinizin güvencesiyiz’
Özel, Meclis’te kurulan komisyona ve çözüm sürecine dair şunları söyledi:
Komisyon tartışmaları yapılırken, nitelikli çoğunluk–basit çoğunluk ayrımı başta olmak üzere pek çok konuda mücadele verdik. Seyahat gibi teknik kararlar basit çoğunlukla alınabilir ama hayati kararların nitelikli çoğunlukla alınması gerektiğini savunduk ve buraya kadar geldik. Bu komisyona girerken yalnızca çözüm vaat etmedik; aynı zamanda bu meseleden rahatsızlık duyan, geçmiş çözüm sürecine ciddi tepki göstermiş kırılgan kesimlere de açıkça şunu söyledik: CHP’nin olduğu komisyondan değil, olmadığı komisyondan korkun. Biz orada hepinizin güvencesiyiz.
Şehit ailelerinin, gazilerin gözüne bakamayacağımız, onlara hesap veremeyeceğimiz bir işin içinde olmayacağımızı özellikle vurguladım. Bu sözü söylediğimde rahmetli Sırrı Süreyya Önder’le aramızda geçen bir diyaloğu da hatırlatmak isterim. Bana, “Bazen annenin yüzüne bakamazsın ama oğlunun yüzüne bakarsın, yoksa onun da oğlu şehit olacak” demişti. Haklı olduğu bir yan vardı ama mesele bundan ibaret değil. Çünkü ben şehit ve gazi derneklerine gittiğimde, bana defalarca şu sözler söylendi: “Biz yandık, başkası yanmasın. Çözüm olsun ama geçen seferki gibi kimse bizi kandırmasın, kimse bizi aldatmasın. Bizimle de konuşulsun.”
Bu yüzden şehit ailelerinin ve gazilerin gelip komisyonda dinlenmesini istedik. Ankara’ya geldiklerinde siyasi partileri ziyaret ettiler, ben de gidip onları ziyaret ettim. Süreci yakından takip etmeye devam ediyorlar.
CHP, hangi kitleyi temsil ettiğini bilen, tarihsel sorumluluğunun farkında olan; ama aynı zamanda sol, sosyal demokrat bir parti olarak barışı savunma yükümlülüğünü de bilen bir yerde duruyor. Türkiye’nin savaşa değil barışa bütçe ayırdığında neler yapabileceğini bilen bir yerden bu cesareti alıyoruz. Burada bir sıkıntı yok.
Elbette kolay bir siyaset alanı da var. AK Parti ve MHP’nin yıllarca bize “terörist” dediği bir zeminde, onları bir kenara bırakıp sert ve milliyetçi reflekslere oynayan bir siyaset kısa vadede pragmatik getiriler sağlayabilir. Ama bu CHP’ye yakışmaz. Biz bunu yapamayız. ”