1. Haberler
  2. Genel
  3. Özgür Özel: Binlerce insan hayatını kaybetti, iyi mi oldu?

Özgür Özel: Binlerce insan hayatını kaybetti, iyi mi oldu?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Özgür Özel, “Geçen çözüm sürecini düşünün. Geçen çözüm sürecinde Devlet Bey karşıydı. Geçen çözüm sürecinde şimdi karşı olanlar karşıydı. CHP ‘Destek verelim’ dediğinde elinin tersiyle ittiler ve çözüm süreci başarısız oldu. Ne oldu sonra? O günden bugüne binlerce asker öldü, iyi mi oldu? Keşke o gün başarılabilseydi, keşke terör o gün bitirilebilseydi. Binlerce insan hayatını kaybetti. Türk’ün de Kürt’ün de anasının gözü yaşlı kaldı. İyi mi oldu? Şimdi yapmayalım, yeniden terör başlasın. Yine şehitler gelsin; sıvasız, briket evlere şehit gelsin. Yalılardan çıkanlar gitsinler. Ağlayan anaya bir tane iğne, babaya bir tane teselli, kardeşe bir tane kamuda iş… Yine aynı düzen mi sürsün? Bütün para oraya mı gitsin?” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, SZC TV’de yayınlayan Özlem Gürses ile Para Politika programına katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, burada kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. Özel, programlarının yoğunluğu konusunda, “Şartlar onu gerektiriyor. Benim de bazen bilemediğim oluyor. Böyle uyandığımda ‘Neredeyiz, hangi şehirdeyiz?’ dediğim oluyor ama şartlar onu gerektiriyor. Çok hızlı olmak, aynı anda birkaç şehirde birden olmak, hepsine birden reaksiyon vermek, birçok toplantıya katılmak gerekiyor. Dün mitingimizi yaptık, Şile’den Sarıyer’e geldik. Burada kaldık. Buradan Kandıra’ya gideceğiz. Kandıra’da Figen Hanım’ı, Fatih Keleş’i, Necati Özkan’ı ve diğer arkadaşlarımızı ziyaret edeceğim. Oradan Düzce’ye geçeceğim, orada Pınar Hanım’ı ziyaret edeceğim. Pınar Türker’i. Oradan Ankara’ya gidip Sosyal Demokrat Belediyeler Eş Güdüm Konseyi’nin kapanışında, toplantının kapanış oturumunu yöneteceğiz. Bunların hepsi bir gün içinde olacak. Bugün perşembe, yarın cuma. Yarın sabah ziyaretimiz var. Kahramankazan’da esnaf ziyaretimiz var. TUSAŞ’ta Kaan’ı ziyaret edeceğiz. Kahramankazan’da belediyemizi, esnafımızı; halkla buluşma yapacağız. Öğleden sonra yeni kurulacak komisyonun benim başkanlık edeceğim toplantısı var. Aksaray’da miting yapacağım” dedi.

“13 YILLIK İFTİRA”

(Antalya Büyükşehir Belediye Başkanınız…) “105 gün Covid’den yoğun bakımda yatıp, şu anda 14 ilaç içen Muhittin Böcek… Her gün sağlığı kötüye gidiyor, iki günde bir hastaneye gidip geliyor. Mehmet Murat Çalık’ı ilk başta önemsemediler. Ne hale geldi. 22 kilo verdi. Muhittin Böcek’in de benzer sağlık sorunları var. Her gün hastaneye gidip geliyor maalesef. (Adana Ceyhan, İstanbul Avcılar Belediye Başkanlarınız…) Kadir ile Utku ikisi de gençlik kollarından geliyor. İkisi de 30’lu yaşlarında. Utku heniz 31 yaşında, en gençlerimizden biri. (Bunlar ekrana sığdırabildiğimiz başkanlarınız. Bunun dışında birçok bürokratınız, danışmanlar, yine bir dalgayla 25 kişi daha tutuklandı. Bu operasyonları neden yaşıyorsunuz? Kılıçdaroğlu zaman zaman çıkıp diyor ki ‘Ben uyarmıştım.’) Kemal Bey’in böyle bir şey söylediği yok. Böyle bir şey söylediğine birebirde şahit olmadığım gibi ekranlarda da görmedim. Sadece Kemal Bey adına türeyen, geçen seçimde Kemal Bey’e oy vermemiş olan, hiçbir zaman partide görmediğimiz, kendince Kemal Bey adına konuşan bir takım… İşte kimi ‘Gazeteci’ diyor, geçmişinde gazetecilik var. Kimi artık meczuplaşmış. Kimi muhalifmiş gibi yapıp iktidar yanlısı kanallarda yüksek maaşlarla Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinden güya perde arkası diye dedikodu söyleyen, fitne yayan bir takım kişiler söylemiş olabilir. Kemal Bey neyi söyleyecek? Kemal Bey, bu arkadaşların bir suçunun olduğuna inanacak da mı bana söyleyecek? Ne yani? Zaten bu arkadaşları suçlayanlar da son 1-1,5 yıl içinde, kimine daha geri, kimine 11 yıl önce… Zeydan Karalar’a 13 yıllık iftira atıyorlar. Öyle bir şey ki. Bir basit şey. Hangisine dokunsanız bin tane şey anlatırım da. AK Partili belediyede ihale almış, gelmiş Zeydan Başkan’dan ilk ayda da 20 ay boyunca da hep aynı ödemeleri almış, almış. Şimdi diyor ki ‘Geldi paramı ödemiyordu, rüşvet istediler. Verince ödedi.’ Bir bakıyorsun, dediği tarihten önceki 10 ayda aldığı para ‘Rüşvet verdim’ dedikten sonra aldığı paradan daha fazla. Çünkü artık o sonuna doğru gelmiş filan. Hepsi yalan, hepsi iftira. Öyle Kemal Bey’in de arkadaşlarımıza… O lafı üretenler ‘Bak Kemal Bey de biliyordu, burada bir şey var’ demeye getiriyor. Bu arkadaşlarımızın biz namuslarına kefil olmasak bu kadar kendimizi paralar mıyız? Hırsızın CHP’lisi, AK Partilisi olmaz. Manavgat’taki tutumumuz net. Sonda ne oldu? Bizim iki gün içinde attığımız kişinin AK Parti ile ilişki içinde olduğu ortaya çıktı.”

“ÖNCEKİNİN YAPTIĞI İHALELERİ ÖDEMEKTEN İÇERİDELER”

(Aynı şey iddianame için de geçerli. Aziz İhsan Aktaş, bütün soruşturmalardaki isim) “Burada Mansur Başkan güzel bir çalışma yapmıştı. Geçen gün güncellemiş. Ben bir öncekinden söyleyeyim. Aziz İhsan Aktaş ne yapmış? İhale almış. Kimden almış? Sayılarla dökmüş. Bu ihalelerin yüzde 84’ünü AK Partililerden ya da AK Parti’nin yönettiği kurumlardan, yönettirdiği kurumlardan; yani belediyelerden ya da bakanlıklardan ya da örneğin üniversite hastanesinden, ama başındaki rektörü yine AK Parti atamış, almış. Yüzde 16’sını CHP’lilerden almış. Yüzde 16’nın hepsi içeride, geri kalan yüzde 84’ten kimse yok içeride. Aziz İhsan Aktaş, her yerde aynı çalışmış. Belediyeyi bizden önce de aynı ihaleyi almış, sürdürmüş; bizden sonra da sürdürmüş. Mesele buradaki birçok arkadaşın aldığı belediyede Aziz İhsan Aktaş’ın AK Parti’den gelen ihalesi bittikten sonra bir daha ihale açılmamış. Örneğin Abdurrahman Tutdere, makinaları kendi almış, ‘Artık çöpü ben toplayacağım’ deyip ihale açmamış. Utku Caner Caykara; birkaç tane ihale var ama işler düşmüş. Hakan Bahçetepe; kendisinden önceki dönem ihale yapılmış. Hakan Bahçetepe gelmiş, bu ihaleyi yapmamış, bir daha sürdürmemiş. İmzayı kendinden önceki atmış. Belediye meclisinde AK Parti’nin çoğunluğu var. Belediye meclisinden onaylanmış. Kendisinin hiçbir şeyi yok Hakan Bahçetepe’nin. Ahmet Özer, en ilginci. İhale yapılmış. Ahmet Özer gözaltına alındığında ihale duruyormuş, itiraz süresi varmış. Kayyım itiraz süresi boyunca beklemiş. Sonrasında işe başlatmış ve ödemeleri kayyım yapmış. İhalede yolsuzluk varsa kayyım niye devam ettiriyor? Bu arkadaşların hepsi kendinden öncekinin yaptığı ihaleleri ödemekten dolayı içeride. Ahmet Özer ödememiş, kayyım ödemiş. Kayyım görevde, Ahmet Özer içeride. Böyle acayip işler var. Ahmet Özer, o terör diye itham edilen kent uzlaşısından artık tutuklu değil. Bu ıvır zıvır, ihalesini yapmadığı, parasını ödemediği kayyımın mahsur görmediği; daha doğrusu ihalesini yaptığı, daha işleme koymadığı, kayyımın gelip incelemediği, mahsur görmediği ve şimdi başlatıp da hizmet için gerekli adımı atıp ödemeleri yaptığı bir süreçten içeride. Böyle bir saçmalığın içinde. Yüzde 100 söylüyorum. Türkiye’de zaten bu tip ihaleleri alabilecek kişilerin, firmaların sayısı belli; üç, dört, beş. Dünya kadar işte asfalt alma, asfalt dökme, çöp toplama, bilmem ne, büyümüş işler. Bizim arkadaşlarımız her fırsatta bu işleri zaten şirketten alıp kendileri yapmak istiyorlar ki istihdam yaratsınlar. Ama AK Parti modeli her işi taşerona götüren bir model olduğu için, başka da bir çare kalmadığı için, ‘Personel gideri yüzde 40’ı geçemez. Geçerse yatırım bütçenden keserim’ dediği için, AK Parti’nin getirdiği sistem seni çöpü toplayacak aracı, aracı sürecek şoförü birlikte ihale eden bir sisteme doğru zorladığı için zaten oluyor bunlar. Bir de dönüyorlar ondan sonra ‘Sen bunlardan parasını ödemek için…’ Bir tane adam var; Aziz İhsan Aktaş. Herkese aynı yalanı atıyor. ‘Ben ihale aldım’, ihaleyi alırken rüşvet vermemiş de. Çünkü onu ispatlaması gerekecek herhalde başka bir yerden. ‘İhaleyi aldıktan sonra paramı öderlerken benden bir şeyler istediler verdim.’ ‘Nereye verdin?’, ‘Ben vermedim, filanca verdi.’ ‘Başkan’a mı verdin? ‘Yok, Başkan’ın filanca adamına verdim.’ ‘Nerede verdin?’ ‘Bilmiyorum.’ Bunun üzerine adam tutukluyorlar. Bize şunu diyecek; ‘Şurada verdim, şuna verdim, şu kadar para verdim.’ O paranın da izini bulacaklar. Hem bu taraftan hem bu taraftan. Öbür türlüsü iftira.”

“ARKADAŞLARIMIZ ORADA BİRER KOLAYLAŞTIRICI”

(Cumhurbaşkanı adayınızın artık bir kampanya ofisi de var, bir kampanya ekibi de var üçlü bir kolonla…) “Arkadaşlarımız orada bir kolon değil, kolaylaştırıcı. Arkadaşlarımızın görevi; koordinasyon. Yapıyı şöyle anlatayım. Bir Cumhurbaşkanlığı aday ofisi var. Aday içeride. Ama adayın içeride olması oranın siyaset, proje üretmesine engel olmamalı. Aday zaten içeriden çalışıyor. Notlarını çıkarıyor. Avukatları aracılığıyla yolluyor. Aday kampanyasına hazırlanıyor. Burayı koordine ederken riskler var. Birbiriyle uyumlu çalışması gereken gruplar var. Bunu koordine etmek için şöyle bir model ortaya koyduk. Partiden bir kişi. Ben Genel Sekreterimizi görevlendirdim. Gruptan bir kişi, milletvekillerinden. Bülent Tezcan’ı görevlendirdim. Ekrem Bey de Serkan Özcan’ı görevlendirdi. İBB tarafı. Daha doğrusu kendisinin ekibinden bir kişi. Bu arkadaşlar grubun, Ekrem Bey’in ekibinin ve partideki hepimizin örneğin gölge bakanların uyumlu çalışmasını sağlamak için koordinasyon ve kolaylaştırıcılık yapıyor. ‘Bu kişiler orada görevli. Arkadaşlarımızın oradaki görevi; koordinasyon, kolaylaştırıcılık, ekiplerin uyumlu çalışması. Birbiriyle iyi çalışan, birbiriyle uyumlu, kendi yapılarına hakim üç arkadaş. Bir de tabii grupta da grup başkanvekillerimiz grubu yönetiyor. Geçmişten yönetim tecrübesi olan, şu an aktif görevi olmadığı için buraya zaman ayırabilecek, başarıyla bu işi yapabilecek Bülent Tezcan’ı görevlendirdim.”

“SEÇİM AKŞAMI GENEL BAŞKAN OLARAK TEŞEKKÜR KONUŞMASINA TALİBİM”

(İmamoğlu’nun aday olamadığı senaryodan bahsetmiştiniz. ‘En uygun adayı bulur, çıkarırız’ demişsiniz. Bu kişi siz misiniz, Mansur Yavaş mı, Dilek İmamoğlu mu?) “Böyle bir isim konuşmak doğru değil. Ben değilim, kendi adıma söyleyeyim. Mansur Bey şu an kendi görevini yapıyor gayet iyi. (Siz değilsiniz.) Açıkça söyledim baştan beri. Çok net bir şey söylüyorum ben. Ben burada kendinle ilgili hesaba, kitaba düşünce duyguların, hırsların, aklın önüne geçebilmesinden endişe ederim. O yüzden ben seçim akşamı iktidarı değiştirmiş olan partinin Genel Başkanı olarak teşekkür konuşması yapmaya talibim. Bunun dışında bir hesabım yok. Ekrem Bey’in adaylığı ile ilgili şunu söyleyeyim. Gazeteci arkadaş diyor ki ‘Adayınız kim?’ Gazeteciyi suçlamak için söylemiyorum. Çok da görevini iyi yapıyor o arkadaşlar. Birçok kez oldu benzer bir şey. ‘Adayınız kim?’ ‘Ekrem İmamoğlu.’ ‘Ya olmazsa?’ ‘Olur, mücadele vereceğiz. Şöyle, böyle…’ ‘Yasak gelirse?’ ‘Mücadele edeceğiz.’ ‘Peki o gün geldi, aday olamıyor.’ ‘En doğru adayı belirleriz’ diyoruz. Vay efendim yeni bir tartışma başlıyor. ‘Kendi mi aday olacak? Bilmem ne mi?’ Ben en doğru adayı belirlemekle mükellefim. Bunu da tek başıma yapmadığımı biliyorsunuz. Bana hep sordular. ‘Aday mısın?’ ‘Değilim.’ ‘Kimi belirleyeceksin?’ ‘Ben belirlemeyeceğim.’ ‘MYK’dan mı, grupla mı, PM’le mi?’ ‘Bütün üyelerle’ dedim, şaşırdılar. 15,5 milyon kişi belirledik biz adayımızı. Adayı değiştirecek olursak da tekil bir karar vermem. En doğru adayı belirleriz. Böyle gümbür gümbür seçimi kim alacaksa onu aday yaparız. En endişesiz, toplumun bütün kesimleriyle… ‘Tamam arkadaş bu adam girerse seçimi bu adam alıyor, bu insan alıyor, bu kadın alıyor…’ Cinsiyet sınırı da yok yani sonuçta. Belki bir kadın… (Dilek İmamoğlu’nun da adı geçti.) Bakın ben Dilek Hanım’ın da böyle bir şeyi.. Dilek Hanım’la ilgili mesele daha önce de işte Başak Demirtaş’la ilgili atıldı filan. Bu, birinin eşi olma üzerinden siyaset tarifi her iki tarafa da haksızlık. Doğru bir şey değil yani. ‘Şunun eşi’, eş üzerinden, böyle bir düzen yok. Dilek İmamoğlu da son derece başarılı, iyi birisi. Ekrem İmamoğlu’nun eşi olarak değil, bir birey olarak her şeye layık. Ama benim için öyle bir şey yok. Aday içeride, eşini yapıyorsun. Aday içeride, bilmem ne yapıyorsun. Kim bu seçimi alıyorsa onu yapıyoruz. Nokta. Seçimi kimle kazanıyorsak onu yapıyoruz. (Daha önceki soruya iyi gazetecilik dediniz, peki siz kazanıyorsanız?) Ben kendimle ilgili iyi gazetecilik açısından cevap vereyim size. Böyle bir noktada noktalı virgül koyduğum anda mesele zaten ‘Özgür Özel kendi aday olacak’ üzerine gelir ve kitlenir. Bunu yapınca da seçimi kaybedersin. Ondan sonra duygusal kopuş… ‘Bunu nasıl aşacağız?’ Bilmem ne…”

“BUNDAN DAHA BÜYÜK BİR BAŞARI, UNVAN OLMAZ”

“Seçimin ertesi günü, iktidar değişti ve Tayyip Erdoğan yerine bir Cumhurbaşkanı adayı seçtiysek, ben partinin başındayım ve tarihin en büyük başarısının sahibiyim. Cumhuriyet Halk Partisi’ni, Atatürk’ün partisini 100 yıl sonra yine iktidara taşımışım. Bundan daha büyük bir görev, başarı, unvan olmaz. Değilsek, partiyi kongreye götürüyorum zaten o gün. O kadar net. (“Siyaseti bırakırım” diyorsunuz) Kesin, kesin. Bir gün durmam. Çünkü ben bu sözü 5 Kasım kurultayında verdim. Dedim ki net ‘Nasıl Bülent Ecevit gibi 1970’lerde girdiği iki genel, iki yerel dört seçimden de partisini birinci çıkardı. Partimi birinci çıkarmadığım seçimin akşamı istifa ederim’ diye söyledim. 31 Mart akşamı birinci çıkacağına kimse inanmıyordu. Bir tek ben inanıyordum ilk başta. Ekibimiz inanıyordu. Seçime 20 gün kala aklı kesen herkes inanıyordu. Bir takım kötü niyetliler, felaket senaristleri inanmıyordu. Seçim günü, ben şunu söyleyeyim bakın… Bizim yönettiğimiz partide, saat 16.20’de hazırladığım SMS taslağına bakın. Duruyor. 18.20’de atıldı. Hazırlık yapıyoruz. Neleri yapmamız lazım, önceden yazmışız. Geliyor… ‘Şunu yazar mısınız?’ dedim Özel Kalem arkadaşa. ‘Değerli arkadaşlar, birazdan Türkiye’nin dört bir yanından çok güzel haberler alacaksınız. Lütfen sevinç gösterilerine katılmak veya başka bir sebepten dolayı görev yerinizi terk etmeyin. Son imzalı tutanak teslim edilene kadar görevinizin başındasınız.’ Sandık görevlilerine 16.20’de hazırladığım taslak SMS’tir bu benim. Sandıkların açılmasına 40 dakika var ve biz şunu atmıyoruz; ‘Merak etmeyin öndeyiz, moralinizi bozmayın, sandıkları bırakmayın.’ Biz ‘Birazdan iyi haberler alacaksınız, sakın sevinmek için veya mutluluktan görevinizi aksatmayın’ diye mesaj atıyoruz. Bu seçime de bu kararlılıkla gideceğiz, bu seçimi kazanacağız. Zaten biz gerçekten tehdit olduğumuz için bu kadar arkadaşımız içeride, o arkadaki resim orada. Türkiye’yi yönetecek kadroları budamak istedikleri için. Orada Türkiye’nin bir sonraki Cumhurbaşkanı’nın resmi var. Bizimle baş edemedikleri için, bizim nasıl çalıştığımızı, nasıl kararlı olduğumuzu, başarıya nasıl odaklı olduğumuzu bildikleri için bunu yapıyorlar.”

“SANDIK BAŞI GÜVENLİĞİNE HAZIRLANIYORUZ”

(Hala erken seçimi zorlamakla ilgili iradeniz var mı, Ankara hangi senaryoyu konuşuyor?) “Var. Bence bunları; çok tecrübeli gazeteciler, siyasetçiler geliyor ve gidiyor, onlarla konuşmak lazım. Benim işim AK Parti’yi yorumlamak değil. Siz bana şeyi sorun, ‘Dün ne yaptınız?’ Evvelki gündü de dün paylaştık. 185 bin sandık görevlimizi atadım. Şimdi normalde size işinizi öğretmeyeyim de ben bir gazeteci olsam ve karşımda bir partinin Genel Başkanı, 2 Kasım günü seçim istiyor olsa, ‘Sen seçime hazır mısın, sandık görevlilerini atadın mı?’ dersin. 185 bin sandık görevlisini atadık. Bu normalde çok iyi biliyorsunuz, partiler bunu seçime beş-altı ay kala başlarlar. Üç ay, iki ay kala olur. Son güne kadar sandık görevlisiyle ilgili bir telaş vardır. 185 bin sandık görevlisini atadık. Bu sandık görevlilerinin bağlı olduğu mahalle sorumluları, 50 bin kişiyi atadık. Hepsini Whatsapp gruplarının içine aldık. Sandık görevlilerimize online uygulamada, ‘Benim Sandığım’ uygulamasını nereden yükleyeceklerini bildirdik. İçlerinden ilk 6 bin kişiyle pilot yaptık. Onlar gittiler, uygulamayı yüklediler ve çalışmaya başladılar. Şunu yapıyor sandık görevlisi, ‘Benim sandığım’ deyince kendi sandığında oy kullanacak işte 300 küsür kişi, geçen seçimin verilerine göre. Bu 5 kişi, 10 kişi değişiyor; ekleniyor, çıkıyor. Sandığında oy kullanacak kişilerin listesi önünde. İçindeki CHP üyeleri de belli. CHP üyelerini arayarak kendi ekibini oluşturuyor ve o sandıkta oy kullanacak herkesi tek tek ziyaret etmeye başlıyor. Mesela benim önümde 6 bin kişi var. Kendi sandığını ziyaret etmiş, şu kadarından imza almış, bu kadarı daha önce imza verdiğini bildirmiş, bu kadarı imza vermeyeceğini söylemiş, şu kadarı AK Parti üyesiymiş, şu kadarını bulmuş, bulamamış… Onların listesi var. Seçimi zamanında yapmaya kalkarlarsa ne olacağını söyleyeyim. (2028 için itirazınızı çok kez söylediniz) Hayır, yapmaya kalkarlarsa neyle karşılayacaklar? Seçim yapmamanın onlar açısından birçok maliyeti var ya, bir maliyeti de ne? Benim sandık görevlisi arkadaşlarıma kendi sandığındaki kişilerden imza toplama görevi verdik biz. Bu arkadaşlarımız üç ayda bir özel görevle kendi sandığında oy kullanacak kişilere gidecekler. Seçimi vaktine kadar yapmadığını düşünelim. O güne kadar 11 kez sandık görevlimiz o sandıktaki kişilerle gitmiş ve bir şekilde temas etmiş olacak. Bakın burası oy kullanacağımız yer, burada sandık duruyor. Siz bir başka partinin görevlisisiniz, ben CHP’nin görevlisiyim. Burada da resmi devlet görevlileri var. Kapıdan içeriye birisi giriyor. Benim CHP’nin görevlisi diyor ki ‘Fitnat Teyze hoş geldin, nasılsın?’ diyor. Aslında AK Parti üyesi teyze, AK Parti’nin sandık görevlisi sandık başında tanışıyor onunla, benim görevlim adını biliyor. Böyle bir sandık başı güvenliğine hazırlanıyoruz. (Bu 2 Kasım’a yetişir mi?) “2 Kasım’a eğer seçimi yaparlarsa, 2 Kasım’a kadar 11 kez demedik. Seçimi zamanında yaparsa üç ayda bir olduğu için 11 kez ziyaret alacak. Bu da AK Parti’nin riski olacak. Ne kadar erken yaparsa, o kadar az ziyaret ederim dedim.”

“ERKEN SEÇİM İÇİN KENDİ OYU YETMİYOR”

(2 Kasım tarihi nasıl belirlendi?) “Tam 2,5’uncu yılı Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın. 5 yıl var ya, bu beş yıl tartışmalı. Değil mi? Bundan sonra eğer 5 yılın sonunda aday olmaya kalkarsa olamıyor. Doğru mu? Öne alırsa oluyor. Öne aldığında olması için benim de oyuma ihtiyaç var. Çünkü kendi oyu yetmiyor, parlamentodaki gücü. Hakkaniyetli bir şekilde tam yarısını teklif ediyorum kendisine. ‘2,5’uncu yılda gel millete bir daha soralım’ diyorum. Eğer senin yönetmeni istiyorsa 2,5 buradan 2,5 da buradan, 5 yıl kazanıyor ya. 2,5’unu kendi koymuş oluyor. ‘Gel’ diyorum ‘Millet karar versin sen devam edecek misin etmeyecek misin?’ 2,5 yıldan önce sorduğunda şöyle bir şey var. ‘Ben milletimden 5 yıllık yetki aldım.’ İste bir daha bir daha 5 yıllık yetki versin. Millet karar versin. Son derece basit.” (Orada bir aslında güvenoyu gibi bir seçenek sunuyorsunuz…) “Ben diyorum ki ‘Kötü yönetiyorsun. Millet senden bıktı.’ O da diyor ki ‘Ben 5 yıllığına yetki aldım.’ Diyorum ki ‘Buradaki seçimden kaçma gir, 5 yıl daha yönet. Eğer 5 yıl yetki veriyorsa millet. Buraya gelirsen öyle bir 5 yılın daha yok. Çünkü anayasaya göre artık aday olamıyorsun.”

“YERİMİZE AK PARTİLİLERİ DOLDURURSA ANAYASAYI İSTEDİĞİ GİBİ YAPAR”

(‘Meclis’ten sine-i millete dönme senaryosuna karşıyım’ dediniz.) “Şöyle, sine-i millet meselesini çok yanlış biliyorlar. Çok yanlış anlatıyorlar. Ondan dolayı şöyle sanıyor insanlar. Sine-i millet demek bir partinin bütün milletvekillerinin istifa edip, milletin sinesine dönmesi demek. Bunun maalesef bir Facebook paylaşımıyla erken seçim yarattığını sanıyor insanlar. Sanıyorlar ki bir partinin milletvekilleri hepsi birden istifa ederse erken seçim. Oysaki anayasaya göre erken seçim olmuyor, ara seçim oluyor. Ara seçim olursa şöyle oluyor. Sen 130 milletvekili birden istifa ediyorsun, 60 gün sonra sandık kuruluyor, o kurulan sandığa sadece istifa edilen yerler için bütün partiler aday gösteriyor. CHP’den boşalan yerlere bütün partiler. Sen de sine-i millete gittiğin için ve erken seçim talebiyle gittiğin için ara seçime giremiyorsun. Çıktığın parlamentoya geri mi gideceksin? ‘Gideceğim’ desen yarısını kazanabilirsin yeni ihtimal. Gitmeyince bu 130 milletvekilini de rakiplerin alıyor ve çoğunu iktidar alıyor bugünkü şartlarda. 330 olan milletvekili sayısı 460 oluyor. Anayasa değiştirmek için artık ne sana ne bana ne sandığa ihtiyacı var. Kendi kendilerine toplanıp Meclis’te anayasa değiştirebiliyorlar 400’ü geçtikleri için. Sine-i millet tartışmasını yapanlar bu anayasal gerçeği bilmedikleri için, ‘Ya niye istifa etmiyorsunuz?’ Eğer bizim istifamızla sandık gelecek olsa 1 dakika durmayız ki, 1 dakika durmayız. Ama genel seçim gelmiyor, ara seçim geliyor. Boşalan yerler için yapılıyor. O yüzden de bu sine-i millet meselesi bu. Ha şunu söylerseniz bu değerli bir tartışma. ‘Ya sen Meclis’i boşalt. Bak bakalım ana muhalefet olmadan ne kadar dayanıyorlar?’ Vallahi ben Tayyip Erdoğan’ın ana muhalefet değil, bütün muhalefet milletvekilleri gitse tek başlarına kendileri kalsalar, demokrasicilik oyunu oynayıp, ‘Efendim istikrarlı bir dönem yakaladık. Görün bakın her şey iyi olacak. Niye istifa ediyoruz? Ben 5 yıllığına yetki aldım’ deyip orada oturacak bir siyasi yaklaşımda olduğunu, çünkü bir demokratik perspektifinin olmadığını, demokrasi bir araç olarak gördüğünü hatta o trenden 31 Mart seçimlerinde indiğini biliyorum. Eğer birisi diyorsa ki ‘130 milletvekili siz gidin, Tayyip Bey yokluğunuza dayanamaz, genel seçim sandığını getirir.’ Gidelim. Ama getirmez de yerimize AK Partilileri doldurursa, o anayasayı istediği gibi yaparsa… Şimdi bizim olduğumuz yerden endişe edenler nasıl olacak, 400’ün üzerinde AKP-MHP milletvekilinin yapacağı, hatta belki tek başına AKP’nin 400’lü rakamlara yaklaşacağı bir Meclis çoğunluğunu onlara bırakmamızı nasıl bekliyorlar yani?”

“ÖNCEKİ GENEL BAŞKANLARA VEFANIN YOLU, ONLARIN PARTİSİNİ İKTİDAR YAPMAKTIR”

(Neden bir kesim Atatürk çizgisinden uzaklaştığınızı, CHP’nin fabrika ayarlarından ayrıldığınızı düşünüyor? -Atatürk fotoğraflarının kaldırılma iddiaları hakkında-) “Böyle bir kesim yok. Böyle bir kesimi nerede göreceğiz? Dün akşam gittiğimiz Şile mitinginde görmeniz lazım. Cuma akşamı Aksaray mitinginde görmeniz lazım. Ya da bu insanların mitingde görmemeniz lazım değil mi? Küsmeleri, kızmaları lazım. Böyle bir grup yok. Böyle bir sosyal medya hesapları var. Bir de CHP’liymiş gibi yapan, şimdi televizyonlarında ‘Hükümeti rahatsız edecek KJ yazmayın’ diye WhatsApp gruplarına yazıların yazıldığı birtakım televizyonlarda, biliyorsunuz bunu. Yani kadın WhatsApp grubuna ‘Olumsuz KJ istemiyorum arkadaş’ yazmış. Hepimiz gördük. Bir televizyonda gazetecilere patronun eşi yazıyor ‘Olumsuz KJ görmeyeceğim hükümet hakkında’ denen televizyona CHP’li diye çıkan bir takım arkadaşlar bize Atatürkçülük öğretiyorlar. Ya kardeşim Cumhuriyet Halk Partisi’nin içini karıştırıp, Cumhuriyet Halk Partisi’nde kargaşa çıkartıp, iktidarın ekmeğini yağlamak isteyen bir kanaldan, yağlı ballı maaşlar alan adam dönmüş bize Atatürk resmini kaldırmakla ilgili bir şey söylemeye çalışıyor. Ben size çok net bir şey söyleyeyim. O aşağıda Atatürk resminin kalktı dendiği salon, başka bir fonksiyon kazanmış. Eskiden o salon bizim Parti Okulu’nun eğitimlerinin yapıldığı salondu. Eğitimin yapıldığı salonda Atatürk resminin olması kadar normal bir şey yok. O salon Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisinde Ekrem İmamoğlu’nun, ya da yerine temsilciler, yok ya şimdi. Basın toplantılarının yapılacağı salon. Ekrem İmamoğlu olmadığı için kürsünün arkasına Ekrem İmamoğlu resmi koymuş arkadaşlar ki, basın toplantısı yapılıyor, Ekrem İmamoğlu adına yapılıyor diye. Ama Atatürk’ün bir çok güzel resmi, o gün işte Sözcü’nün de muhabiri gitmiş, kendi görmüş. Ekrem İmamoğlu’nun odasında da bir resim var. Giriş katında da var. Her yerde var. O bina zaten Atatürk’le, İnönü’yle, Bülent Ecevit’le dolu bir bina. Cumhuriyet Halk Partisi’ni tutmuş, yok efendim ‘Cumhuriyet Halk Partisi fabrika ayarlarına dönsün.’ Vallahi bizim aldığımız ve getirdiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi’nin Atatürkçülüğünde bir milim geri yok da. Gerçek Atatürkçülüğü söyleyeyim size. Zaman zaman Cumhuriyet Halk Partisi’nin Atatürk dahil hayatta olmayan ya da yaşayan bütün Genel Başkanlara vefa göstermelerini yolu, onların partisini iktidar yapmaktır. Ben aldığım yerde yüzde 25 aldık, 5 parti. Bugün geldiğimiz yerde yüzde 38 aldık, tek başına. Türkiye İttifakı’yla. Atatürk’ün partisi yüzde 65 belediye kazanmış. ‘Parti Atatürkçülükten uzaklaşıyor’ öyle mi? Ekrem İmamoğlu’nun o tablosunu bir gösterebilir misiniz? O tablonun başka bir özelliği var. Sözcü gazetesinin o manşetinde bu tablo Ekrem İmamoğlu’nun kendi elleriyle bütün CHP’li belediyelere hatta dün konuştuk, ‘Sadece CHP’li belediyelere değil’ dedi, ‘Diyarbakır’da DEM’li belediyeyi ziyaret ettim, ona da götürdüm. Bunu nereye asacaksınız dedim sen seç dediler, gösterdiğim yere astılar.’ Ekrem İmamoğlu bunu Cumhuriyet Halk Partili bütün belediyelere hediye etti. Tablonun bir özelliği; bir tarafında Atatürk var, dinlediği kişi bir köylü. O köylünün torunu da şu anda Tokat’ta İlçe Belediye Başkanımız bizim. Bu tablo, halkın iradesinin tablosu. Bu tablo; hem Atatürk’ün, hem milleti dinlemenin, hem bizim yönetim anlayışımızın tablosu. Bu tabloyu anlayanlar, millete tepeden bakmayıp milletin gözünün içine bakanlar, şu anda bu noktadalar. Partiyi de bu noktaya getirmişler. ‘Atatürk’ün tablosunu indirdin mi, bilmem ne?’ mi diye yandaş kanaldan maaş alıp oradan provokasyon yapan arkadaşlara sorarım. Bu partinin hangi başarısına ne katkı sağladın sen diye. Partiyi karıştırmak dışında.” (İmamoğlu, Diyarbakır’da o dönemin HDP belediyesine bu tabloyu armağan etmiş.) “Bu tabloyu armağan etmiş. Demiş ki ‘Nereye asacaksınız?’ O da demiş ki ‘Başkan sen seç.’ ‘Seçtim’ diyor şuraya. ‘Sonra bana fotoğrafını attı’ diyor. Sur Belediyesi, Diyarbakır Sur Belediyesi. 16 gün sonra da o Belediye Başkanına kayyım atandı.”

“ARALARINDA UZUN SÜREN BİR UYUMSUZLUK VARDI”

(Çankaya İlçe Başkanının görevden alınması) “Biz almadık, Ankara İl Başkanlığı görevden aldı. Zaten bizim ilçeyi görevden alma gibi işler yapmamamız lazım. Özel şartlar dışında. Partinin bir hiyerarşisi var. (Sebep ne?) Aralarında uzun süredir bir uyumsuzluk var. Mesela bir miting yaptık ya diyelim. O mitingde ve ondan önceki dönemlerde sayın ilçe başkanımızın, kendisi de bir partilimiz, benim de hiçbir sorunum olmadı, her seferinde iyi ilişkiler içerisinde oldum. Bu örgütlenme, bir takım görevler veriyoruz. Yani parti diyor ki ‘5 sene önce ilçe başkanlığında bu performansı yapan arkadaşlar, 5 sene sonra bizim beklediğimiz performansı vermiyorlar.’ B azıları aday olmayacaklar mesela bu dönemde. Hani siz diyorsunuz ya ‘Ekip yetişemiyor, oraya gidemiyor buraya gidemiyor.’ Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni yönetim anlayışına yetişemeyen, yorulan, 7 yıldır yapıp 7’nci yılda kendinden beklenen aktiviteyi sağlayamayan arkadaşlar var. Öyle olunca olur. Hatırlıyorum ben bundan 4-5 yıl önce o zaman bir tartışılmıştı. Mersin’de 6 ilçe aynı gün görevden alınıp yerine gelmişti. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Gaziantep il örgütü 2 yıl boyunca kongresini yapamamıştı. Diyarbakır’da bütün ilçeler görevden alınmıştı. Bunlar partilerde olur. Ama bir aksi bir şey düşünmek mümkün değil. Zaten şöyle bir şey var. Oradaki atanan arkadaşların görevi, mahalle seçimlerini adil şekilde yapıp ilçe seçimine götürmek. Yani iki ay sonra Çankaya’daki bütün üyelerimizin katılacağı mahalle seçimleri bir ay içinde, hatta iki hafta içinde başlayacak. Bir ay sonra da Çankaya’nın seçilmiş ilçe başkanı görevinde olacak. Yeni ilçe başkanı.”

“KURULTAY TAKVİMİ BAŞLADI”

(Kurultay takvimi ne zamana hedefleniyor?) “Takvim başladı. Kasım ayı sonlarına doğru gidiyor. Tahmin ediyorum aralık ayının içinde Kurultayımızı yapmış veya kasım ayının sonu, aralık ayının başında kurultayımızı yapmış olacağız. (Olağanüstü kurultay yaptınız. Bir önceki kurultaya göre daha fazla desteklenerek geldiniz, doğru mu?) Şöyle, geçerli oyların tamamını aldım ve Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde ilk kez bir Genel Başkanın anahtar listesi olduğu gibi geçti. Hiç delinmeden geçti. O tabii şundan kaynaklanıyor. Yani benle ilgili bir şey değildi o. Delegelerimizin durumun hassasiyetini görüp, öyle birileri gibi partiyi karıştırmaya çalışanlar gibi düşünmeyip, Atatürk resmi gibi suni meselelerden partiyi kötüleyip de birbirine düşürmemeye çalışıp, ‘Benim bu yönetime, bu Genel Başkana destek olmam lazım’ dedikleri içindir. Süreci son derece kritik gördükleri içindir. ‘Genel Başkana destek lazım, yönetime destek lazım. Ben delege olarak arkasındayım’ dedikleri içindir.”

“ARAMIZDA EN UFAK BİR OLUMSUZ DİYALOG GEÇMEDİ”

(Kemal Kılıçdaroğlu ile olan ikili diyaloğunuzda neredesiniz?) “Şimdi Kemal Bey’le olan ikili diyalogda, o son bahsettiğiniz fotoğraf ve ekranlara yansıyan yansımayan bin şekilde. Ben 9 yıl boyunca Grup Başkanvekili olarak görev yaptım. Meclis’e her geldiğinde onu kapıda karşıladım, kapıda uğurladım. 9 yıl boyunca özel kalemi şahittir ve hep söyler. Bir kez bir yakınımın rahatsızlığı dışında o Meclis’teyken benim olmadığım hiç olmadı. Hep söyler Şükran Hanım. Der ki ‘Özgür Özel gibi disiplinli bir siyasetçi görmedim.’ 9 yıl boyunca bir hafta, bir kez yoktum. Yani vardım, izin aldım ayrıldım. Şimdi de Kemal Bey benim bulunduğum bir yere gelirse, Meclis’te de öyle. Bir cenazeye de gelse öyle. Kapıda karşılarım, kapıda uğurlarım. Aramızda en ufak bir olumsuz diyalog geçmedi, geçemez, geçmemeli. Ve saygıda kusur etmedim, etmem. Birincisi bu. İkincisi şaibeli kurultay meselesi lafı, sonuç doğuracak bir şey değil. İlk günden beri söylüyorum. Süreç odaklı bir şey. CHP’yi tartıştırmaya yönelik. O yüzden de hep söyledim. 30 Haziran, hep ne dedim? ‘Hiçbir şey olmaz arkadaşlar’ dedim. 8 Eylül, dediler ki ‘9 Eylül’den bir gün önce partiye operasyon.’ Dedim ki ‘Ya kuruluş haftasında mahkeme mi olur? Söyleyin hakime anlayış gösterir ileri alır.’ 15’ine aldı. Yani şöyle söylüyorum, bak 9 Eylül’den bir gün önceye koymuşlar da. Orada bizim avukat arkadaşın dikkatsizliği. ‘O hafta içinde olmaz’ deyip ileri isteyecekti. Şimdi söylüyorum. Çok net. 15’inde de o mahkeme ya reddedilir ya ileri bir tarihe ertelenir. (İleri bir tarihe ertelenirse onun gayesi ne olur diye düşünüyorsunuz?) Büyük ihtimalle şöyle olur. Hangi mahkemenin göreceğini bekliyordu ya. O daha belli olmamışsa bir kez daha bekler yani. Prosedürel erteleme olur. Bu işten bir şey çıkmaz. Cumhuriyet Halk Partisi’ni delegenin seçmediği kimse yönetemez. Yönetmedi, yönetemez. O yüzden ben demokrasi fikrine sadece Türkiye’de değil, parti içinde de inanan birisiyim. Ben o fikrin insanıyım. Parti içi demokrasi fikrinin insanıyım. O yüzden mahallelerden, sizin dediğinizi ben anladım. ‘Daha üç ay önce delegenin geçerli oylarının hepsini almışsınız, yönet kardeşim partiyi’ diyorsunuz. Ben de şunu söylüyorum. Bir yandan iki yılı doldu, yani iki yıl önce yaptık biz bunu ve iki yılda bir yapmak durumundayız. Bir yıl ertelesen ne olacak? Bu sene erken seçim olursa kongre takvimi askıya alınacak otomatikman. Olmazsa, seneye kalırsa seçim, ben örgütlerini yenilemiş, kadrolarını yenilemiş, önünde artık böyle bir engeli olmayan, önümüzdeki seçime doğru yürüyen partinin üst yönetimini oluşturmuş olacağım. Zaten günü geldiği için yapıyoruz. İki yılı doldu, dolduğu gün başlattık. Dolduğu günden bir hafta sonra başlattık. Şunu vurgulayım size. Geldiğimizde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetimine, 4 Kasım-5 Kasım kurultayından sonra geldiğimizde 1 milyon 250 bin üyemiz vardı. Şu anda 2 milyon üyemiz var. Bu üyelerden 500 bini bu yıl içinde geldi. Bu 500 bin üye bu süreci gördü de geldi. ‘Koşun’ dedik, koştular. ‘Üye olun’ dedik, oldular. ‘Partiye sahip çıkın’ dedik, geldiler. Eğer 6 Eylül tarihinden, geçen sene tüzüğü değiştirdiğimiz, sonraki bir tarihte kurultay kararı alsaydık bu yeni 500 bin üye oy kullanamıyordu. Çünkü aday üyelik statüsü gelecek. Önceden başlattık, bu 500 bin yeni üye gelecek oy kullanacak. Bu 500 bin yeni üye, eskileri de çok seviyoruz ben de eski üyelerden birisiyim. Ama bu 500 bin yeni üye 31 Mart darbe sürecini gören ve ona direnen, davet edilince koşup gelip, reaksiyonu çok yüksek, yaşları çok düşük, aksiyon alma kabiliyetleri çok yüksek üyeler. Bu üyelerin dinamizmini de katıp önlerine de sandığı mahalleden koyup ilçe kongresini, ilçede koyup il kongresini, ilde koyup büyük kurultayı bu dinamik üyelerin de içinde bulunduğu 2 milyon üyemizle şekillendirmek ve partiyi yenilemek istiyoruz. (Belki de bir gençleştirme ve daha fazla kadının olacağı farklı bir CHP vizyonu vitrini yapmak.) Zaten yaş ortalaması 43. Daha fazla gençleştireceğiz diye fantastik işler yapmaya gerek yok. Tecrübeyi dışlamaya gerek yok. Ama zaten kadın sayısı biliyorsunuz üç kademeli olarak artacaktı ve eşit temsile doğru ilerliyoruz. Tüzüğün öngördüğü kadın kotası uygulanacak ve CHP’nin kadrolarında daha çok kadın, daha çok genç olması bizim yönetim fikrimizin, anlayışımızın gereği. Onu da yapıyoruz.”

“O ZAMAN ARAMAK BANA DÜŞERDİ”

(İlk seçildiğiniz dönemde normalleşme stratejisi izlediniz. Süreç haksız mı çıkardı?) “Öyle bir şey yok. Niye haksız çıkarmaz biliyor musunuz? Tayyip Bey ‘yumuşama’ dedi, itiraz ettik. Normalleşme şu; normalini yapıyorsun. O günün normali  oydu, bugünün normali bu. Şunu hatırlatmama izin verin. 4-5 Kasım kurultayı yaptık, 8 Kasım mazbatayı aldık, 9 Kasım’da ‘normalleşme’ demedim. 9 Kasım’da Sayın Bahçeli beni aradı, tebrik etti. Teşekkür ettim. Tüm diğer liderler aradı, Erdoğan aramadı. 31 Aralık günü geldi. Bu detay önemli. 31 Aralık günü ben beni arayan bütün liderleri aradım yeni yıllarını kutlamak için. AK Parti’den beni arayan kişi, Erdoğan değildi. Grup Başkanları aramıştı. Grup Başkanı’nı aradım, dedim ki ‘Genel Başkanınız seçimi kazandığımda beni aramadığı için ben de onu aramıyorum. AK Parti grubu adına yeni yılınızı kutlamak için sizi aradım’ dedim Abdullah Güler’e 31 Aralık günü. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Sonra biz adaylarımızı çıkardık. Çıktık, yarıştık. 31 Mart akşamı, ben Türkiye’nin birinci partisinin Genel Başkanı oldum. Biz Türkiye’nin birinci partisi olduk ve o anda artık madem ki iktidarsın, bunlar anlamaz da… Osmanlı ile çok övünüyorlar, öyle Osmanlı’yı da tek başına onlara bırakacak halimiz yok. Bir gün onlara Osmanlı yükselme dönemi padişahlarını anlatayım da kim Osmanlı’yı daha iyi biliyormuş, daha yakından takip ediyormuş? Kim Osmanlı’nın iyi taraflarını örnek alıyormuş? Bir gün dinlesinler. Osman Bey’e Şeyh Edebali diyor ki, ‘Ey Oğul, vasiyetname…’ O vasiyetname, Türkiye’de kamu yönetecek herkese, Anadolu’da Trakya’da kamu yönetimi yapacak herkese vasiyettir o. ‘Bundan sonra kızdırmak bize, hoşgörmek sana’ diyor. O vasiyet, ana muhalefet partisine değil; iktidar partisine, Türkiye’nin birinci partisine. Ben artık Türkiye’nin birinci partisi olmuşum. ‘Buradan sonra geçmişi bir yerde bırakıp, üstüne düşeni yapmak bize düşer’ diyerek takip eden 8-9 Nisan bayram günü bu sefer Erdoğan dahil… Çünkü o ikinci partinin Genel Başkanı, ben birinci partinin Genel Başkanı’yım. Bütün partilerin Genel Başkanlarını aradım. Aramak bana düşerdi çünkü. Süreç böyle başladı.”

“ERDOĞAN İLE KONUŞMALARIM TUTANAK ALTINDA”

“Sonra konuştuk, görüştük. Ben Erdoğan ile konuştum, tutanak altında. Karşı  taraf da tutanak tuttu, biz de. (Açıklamadınız ama.) Tutanağı MYK’mız biliyor. Genel merkezde Genel Başkan odasında bir nüshası var. Bir nüshası da partinin arşivine emanet, Selin Sayek Böke’ye teslim edildi. Bütün MYK biliyor, yanımda da Namık Tan not tuttu. Karşımızda da Genel Başkanvekili, Kayseri milletvekilimiz vardı. Mustafa Elitaş. O not tuttu. Ben orada 28 Şubat’tan tutuklu olup, affedilme yetkileri sadece Erdoğan’da olan, yani yargıda değil… Karar kesinleşmiş. Hasta, belli bir yaşta olan generallerin serbest bırakılmasının uygun olacağını söyledim. Bunu yaptılar. Gezi tutuklularını söyledim. Osman Kavala dahil bütün arkadaşlarımızı söyledim. Bunun dışında asgari ücrete mutlaka iyileştirme yapmamız gerektiğini söyledim. Bu emekli maaşıyla geçinilemeyeceğini söyledim. ’Avrupa’yla iyi ilişkiler kuralım, bu vize sorunu çok büyük dert. Bu işleri çözelim diye söyledim. Daha birçok şey söyledim. Erdoğan da bütün bunların içinde sonunda sözü aldığında bazı şeyleri not aldı. Bazı şeylerle ilgili ‘Olur’ dedi, bazı şeylerle ilgili ‘Olmaz’ dedi. ‘Yeni bir anayasa yapalım’ dedi. Ben de ona ‘Anayasaya uymayanla anayasa yapamayız. Önce siz anayasaya uyun’ dedim. (Tutanaklarda) Aynıyla duruyor. Bunu inkar eden de yok. Ben şimdi  söylüyorum. ‘Bunlar olacak’ dememiş olsam yarın Dezenformasyon Başkanlığı veya Erdoğan değilse Elitaş yalanlamaz mı? Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü yalanlamaz mı? Bunu herkes biliyor. Tek başımıza da değildik. Tutanaklar tutuldu. Şimdi bir grup… Orada da 28 Şubat’tan paşalar çıktı dışarı. Biri dedi ki ‘Özgür Özel olmasaydı, biz içeride ölecektik.’ Hiçbir şey olmadıysa, insani bir diyaloğun sonunda, o insanların çocuklarının, torunlarının yerine koyun kendinizi, o oldu. Devam etseydi, Gezi’nin sorunu çözülseydi, bilmem ne olsaydı fena mı olacaktı? Ben ona şunu söyledim. ‘Siyaseti birbirine hakaret eden, birbiriyle çatışan, kavga eden taraflar olarak değil; centilmenlik zemini içinde götürelim. Türkiye’nin bu sorunlarını birlikte çözebiliriz.’ Emekliye zam istiyorum ya. Allah’ına kurban. Asgari ücretliye zam istiyorum. İnsanlara istiyorum… (Bunu Cumhurbaşkanı’ndan istiyorsunuz diye düşünüyorum.) Yürütmenin başındaki kişiden. ‘Gel beraber yapalım’ diyorum.”

“BİR PARTİ NASIL MUKABELE EDERSE ÖYLE EDECEĞİM”

(Oradan TikTokçu Hakan Fidan’a nasıl geldik?) “Şimdi ‘Normalleşme yanlıştı.’ Normalleşmeyi biz bozmadık, bozdular. Normalleşme sürecinde olsaydık, bu saldılar olur muydu? Şu anda Ekrem İmamoğlu içeride olur muydu? Bu belediye başkanları içeride olur muydu? Bana normalleşme sürecinde ‘Efendim diktatörle müzakere edilmez, mücadele edilir’ diyenler şimdi bana arka kapı diplomasisi öneriyorlar. ‘Arka kapı yap. AK Parti ile git, arka kapıdan bilmem ne yap’ diyorlar. Bakın ‘Normalleşmede diktatörle veya işte Erdoğan ile müzakere edilmez, mücadele edilir’ diyenler bu arkadaşların resimlerinin gözlerinin içine baksınlar, evlatlarının gözlerinin içine baksınlar. Bu noktaya ben getirmedim ayrı konu. Nasıl geldik biliyor musunuz? Cumhuriyet Halk Partisi anketlerde, geçen sene temmuz ayında farkı yedi-sekiz puana adar çıkarınca… Şimdi de dört-beş puan farkları hepimiz görüyoruz. yedi-sekiz puana çıkarınca Erdoğan’a bir sunum yaptılar. Dediler ki ‘Normalleşme CHP’ye yarıyor. Normalleşmeyi bitirme…’ Çünkü onun da maliyeti var. Millet çok destekliyor. Biliyorsunuz bütün kamuoyu araştırmalarında özellikle sağ seçmen normalleşmeye bayılıyordu. İstemiyor kavga olsun, istiyor ki karnı doysun. Biz de hep ekonomi konuşuyorduk. Ne mitingi yapıyordum ben? Emekli mitingi yapıyordum. Asgari ücrete zam mitingi yapıyorum. Emekli, genç işsizler, atanmayan öğretmenler, çay mitingi, Antep’te fıstık mitingi, Manisa’da üzüm mitingi, Adana’da pamuk mitingi, Hayrabolu’da buğday mitingi… Kimin derdi varsa oraya gidiyorduk. Yatıyor muyduk, oturuyor muyduk, Erdoğan ile birlikte mangal mı yapıyorduk sarayın bahçesinde? Yine geziyorduk, tematik ekonomi mitingleri yapıyorduk. Partinin de oyu yedi-sekiz puan öne geçmişti. Millet de memnun. Diyorlar ki Erdoğan’a ‘Normalleşmeyi bitirme ama bitirt. Bitirmenin de bir maliyeti var.’ Teğmenlerin ihraç edilmesi bile buradan harekettir. Kılıçlarını çatıp da ant içen teğmenlerin, önce ‘Hepsini atacağız’ dediler. Sonra ‘38’i atılacak’ dedi. En son işte dördüne kadar geldi. ‘Dördü atılacak’ dediler, attılar. O bile CHP’nin nasıran bastı. Her şeye rağmen oraya tepkimizi gösterdik ama doğru bildiğimizi yapmaya devam ettik. Bakın çok net bir şey söyleyeyim. Milletin gözünün önünde oldu her şey. Ben kimseye kara kaşına, kara gözüne değil; milletin seçtiğine saygımdan ‘demlenmek’ dediklerinde DEM’in, HDP’nin de elini sıkıp onlara, 6,5 milyona göstermem gereken saygıyı gösteriyordum. Erdoğan’ın elini sıktığımda da seçmenine, ona oy veren herkese duyduğum saygıdan. Yarın bir şehit cenazesinde karşılaşayım, Anıtkabir’de karşılaşayım yine Erdoğan’ın elini sıkarım. Benim siyaset anlayışımda milletin seçtiği birinin, milletin seçtiği bir diğeriyle cenazede el sıkışmamak veya karşılaştığında hatır sormamak… Örneğin havaalanında, artık aynı havaalanlarını kullanmıyor siyasiler ama. Ben uçakta yanıma bir bakan denk gelirse hatırını soruyorum, çoluğunun çocuğunun hatırını soruyorum, konuşuyoruz. Daha evvelki gün TRT’nin önceki Genel Müdürü’yle karşılaştık uçakta. Tanıyacağım bir yerden. Dedim ‘Siz TRT Genel Müdürü değil miydiniz?’ ‘Evet.’ Vaktiyle dünya kadar eleştirim olmuştur. Sordum ‘Ne iş yapıyorsun?’ O da bana sordu. Uçak kalktı. Ondan sonra inerken vedalaştık, gittik. İnsani, minimum standartları tutturmak başka bir şey, mücadele etmek başka bir şey. Ama çok net bir şey söylüyorum. 9 Ekim günü Erdoğan bize balta çekti. Baltayı çıkardı. O baltayı çıkardıktan sonra normali bu, böyle siyaset yaparım. Çünkü İstanbul İl Başkanlığı’nın önündeydim: Bana sordular, ‘Belediye başkanınızı tutukladılar, şimdi ne yapacaksınız?’ ‘Savaş ilan ettiler’ dedim, ‘Savaş ilan edilmiş bir kişi, bir yapı, bir parti nasıl mukabele ederse öyle mukabele edeceğim.’ O günden beri de öyle mukabele ediyorum.”

“KOMİSYONA TÜRKİYE’Yİ KURTARMAK İÇİN GİRDİK”

(Komisyona arkadaşlarınızı kurtarmak için mi girdiniz?) “Türkiye’yi kurtarmak için girdik komisyona. Bu komisyon fikrinin sahibi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Şaşılacak bir şekilde nasıl Atatürk resminin indirilmesi, indirilmemesi tartışması suni bir tartışma ve sokakta karşına çıkmıyorsa, bu meselede de sokaktaki insanı endişelendirecek şekilde sosyal medya üzerinden bir takım köpürtme filan sanki yeni bir şey çıkmış da bunu ilk kez duyuyormuşuz da buraya katılıp katılmama… Cumhuriyet Halk Partisi ilkeli bir parti. Geçmişten beri ‘Böyle bir konu varsa Meclis’e gelin, Meclis’te konuşun, Meclis’te anlatın, bu işi Meclis eliyle yürütün’ demiş. Şimdi böyle bir komisyon kuruluyor ve Meclis’in ana muhalefet partisi, Türkiye’nin şu anda birinci partisi kendi önerdiği komisyona girmeyecek. Öyle bir şey olmaz. Bu komisyon, Cumhuriyet Halk Partisi’nin önerdiği komisyon. Ama bu komisyon Cumhuriyet Halk Partisi’nin önerdiği gibi ve öngördüğü gibi çalışmazsa, o zaman Cumhuriyet Halk Partisi bu komisyonda olup olmamayı yeniden değerlendirir. Bizim komisyonla ilgili şöyle bir yaklaşımımız var. Ya bütün partiler eşit temsil edilsin, böylelikle iktidarın kendi kendine karar alma, Meclis’te mesele AK Parti-MHP ne istiyorsa o geçiyor. Bu tekel ortadan kalksın. Çünkü bu çözüm odaklı bir komisyon olacaksa, öyle ‘Biz ikimiz yaparız’ ile olmaz. Ya da bunun başka bir yolu var. Nitelikli çoğunluk olsun. Nitelikli çoğunlukla karar alsın. Bakın mutabakatla demiyoruz. Nitelikli çoğunluk. Yarıdan bir fazlasıyla değil, daha fazlasıyla karar almak. Yani daha uzlaşıcı olmayı zorlayan. İkisinin anlaşıp da her şeyi geçiremedikleri bir yer olsun. Ayrıca bir de gerçekçi olalım. Bu komisyon kanun yapmayacak. Bu komisyon kanun önerecek. Ya da yöntem önerecek. Bu komisyon durumu tespit edecek, önerilerde bulunacak. (Sadece çözüme yönelik önerilerde mi bulunacak?) Biz, bizimle konuşan herkese şunu söylüyoruz. ‘Sorunların çözümünün demokratik yollardan yapılması için, bu komisyona katkı veririz. Bu komisyon aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacak, onun konuşulacağı, örüleceği bir komisyon olmalıdır’ dedik. Biz gittik bu komisyona. Bu komisyonda bizim taleplerimiz, önerilerimiz, öngörülerimizin dışında başka bir şey dayatılıyorsak ki bu komisyona biraz gereğinden fazla şüpheci ve gereğinden fazla bir yetki varmış gibi bakılıyor. Bu komisyon kanununu çıkaran bir komisyon değil ki. (Tanju Özcan’ın tweetleri hakkında) Bu tarafına hiçbir şey demem. Bu tarafına hiçbir şey demem. Ama bu tarafı için kendi sınırlarını aştı Tanju yani. Doğru değil. Bu tarafa Tanju gelebilir, partimizin zaten milletvekiliydi. Partinin yönetimi ile ilgili önerilerini bana söyleyebilir. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclis’te kurulacak bir komisyonla ilgili meselesinde burada sınırlarını aşmış.”

“OLMAZSA OLMAZIMIZ ŞEHİT AİLELERİ, GAZİLER VE DERNEKLERİ DE KOMİSYONA GELECEKLER”

(İnsanlar diyorlar ki Kürt sorunu nedir? CHP bunu nasıl tanımlıyor? İkincisi, bir terör örgütüyle yürütülen sürecin bir partisi olmak CHP açısından bu sürece itirazlarında dile getiren CHP için sürecin kendisini meşrulaştırmak olmaz mı?) “Cumhuriyet Halk Partisi süreci meşrulaştıracak olsa başka bir pozisyonda olur. Ama hangi sürecin olduğunu tarif etmeniz lazım. Ne biliyorsunuz, ne biliyorsunuz Özlem Hanım? Bunun için Meclis’te bir komisyonun kurulmasını yıllardır söylüyoruz. ‘Kapalı kapılar ardında konuşmayın. Gelin Meclis’te anlatın’ diyoruz. Şimdi Meclis’te bütün partilere açık bir komisyon kurulacak, bu komisyona devletin yetkileri gelecek bilgi verecekler. Bizim olmazsa olmazımız şehit aileleri, gaziler, dernekleri gelecek dahil olacaklar. Terörden zarar görmüş olanlar gelecekler anlatacaklar. Ve bu komisyona sivil toplum dahil edilecek, davet edilecek. Ve bu komisyonun biz Türkiye’nin önünde bir demokratikleşme dönemini başlatmasını öngörüyoruz, talep ediyoruz. Bu yapılırsa biz o komisyona en ciddi katkıyı sunarız. Yapılmazsa o komisyonda olmayız. Bu komisyon bir alt meclis değil, bir kurucu meclis değil. Bu komisyon hâşâ bir anayasa komisyonu değil. Bu komisyonun yapacağı iş, ne olup bittiğini partilerin bilgilendirileceği, önündeki sorunların nasıl çözüleceği konusunda Meclis’e tavsiyelerde bulunacak, kanun önerilerinde bulunabilecek bir uzlaşma komisyonu. (Fethi Yıldız’ın dillendirdiği Ceza İnfaz Kanunu düzenlemesi ile ilgili…) Buradan geçecek, burada konuşulacak. Ama burada kanunlaşmayacak. Burada teknik olarak çalışılacak sonra gidecek Meclis’te kanunlaşacak. Şimdi biz Meclis’te duruyoruz. Meclis’te AK Parti ile MHP istediğini geçirecek çoğunluğa sahip zaten. Burada AK Parti ve MHP’nin değil, daha nitelikli bir çoğunlukla karar ve tavsiyede bulunabileceği bir yerde, bir hazırlık bir mutfakta burası niye bulunmayalım? Çünkü bu komisyondan çıkan kanun mutabakat var, Meclis’ten öyle geçecekse, AKP-MHP’nin kanunu geçerken bir şey yapamıyorsun da katkı sağlayabileceğin yerde niye olmuyorsun? Net. Bunun cevabı yok. Bu komisyonu öyle bir noktaya getiriyorlar ki yani işte olur olmadık tanımlar bilmem neler. Bu komisyon zaten AKP-MHP’nin getirip de istediğini geçirebildiği bir Meclis’e daha nitelikli, hepimizin fikrini alarak… Yoksa ne yapıyorlar? ‘Biz iki parti oturduk anlaştık’ diyorlar, noktasına virgülüne dokundurtmadan kanun geçirtiyorlar.”

“KENDİ KOMİSYONUMUZ ZATEN ÇALIŞIYOR”

(Siz o komisyonda siyasi mücadele vereceksiniz.) “Elbette doğru ayrıca bizim kendimizin Barış ve Demokrasi Komisyonumuz ile Adalet ve Demokrasi Komisyonumuz var. O komisyon 9 aydır çalışıyor, 8 ana başlıkta 26 düzenleme çalıştı. Cumhuriyet Halk Partisi altında. Başkanı Gökçe Gökçen’in olduğu. Gölge Adalet Bakanımız olan Gökçe Gökçen’in olduğu, içinde Grup Başkanvekilimiz Murat Emir’in de bulunduğu, 7’si hukukçu 2’si siyaset bilimci birisi iletişimci arkadaşımızın olduğu 10 kişilik bir komisyon zaten çalışıyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin o getirdiği işlerin içinde sizin okuyup da örneğin kadına karşı şiddet açısından ya da terör tanımı açısından, önüne gelen tweet atan herkesin içeri atılmaması açısından o çalışmaların içinde Özlem Gürses’in okuyup da ‘Ya harika olmuş’ demeyeceği hiçbir şey yok. Biz o çalışmamızı masaya götüreceğiz. Masaya koyacağız. Biz o masada demokratik yönde ilerleme sağlayabilirsek, o komisyonda iyi işler yapmış oluruz. Yok bizim masaya koyduğumuz önerilerimiz kıymetlendirilmezse, biz o komisyona mecbur değiliz. O komisyona gittiğimizde arkadaşlarımızın beyinleri ele geçirilip de bir işte bölünme anayasası. Ya ne anayasası? Ben demişim ki ‘Ya ne anayasası? Senle menemen yapmam’ demişim. Neden menemen yapmam? Uğur Dündar bugün çok güzel yazmış. Menemen çünkü her şeyin birbirine karıştığı bir şey. Yasama, yürütme, yargının birbirine karıştığı bir yerde bu kadar bir yerde anayasa mı yapılır kardeşim?”

“DEMOKRASİ OLURSA BİZ DE OLURUZ”

“Bu komisyonda ne tuzak kurulacak? Ben onu anlamıyorum. Tuzak kurulabilecek bir yer değil. (Türkiye’nin herkes alkışlamıyor, buna farkı bakanlar var.) Elbette ben de alkışlamıyorum. Endişelerim var dikkatle bakıyorum. (Orada bir meşrulaşma olgusu olarak bulunmanız ihtimaline karşı endişeler var.) Bir şey söyleyeyim. Bu komisyon olmasa ya da hiç böyle bir resmi komisyon kurulmayıp, AK PARTİ-MHP ikisi anlaşsalar, istediğini geçiriyor zaten bu Meclis’te. Yanına DEM’i alıp da o çok korktukları şunu yapsalar bunu yapsalar, bir engelleri yok ki. Bu şimdi Meclis’teki milletvekilleri olarak bizim de içinde bulunduğumuz, bizim dışımızda işte dünya kadar parti var. Onların da içinde bulunduğu yerde oturulacak, parlamento konuşulan yer, konuşulacak çalışılacak. Biz o komisyonda demokrasi çıkarırsak o komisyonda oluruz. Çıkarmazsak varlığımız beyhude bir duruşa dönüşürse çıkarız. O zaman ben o komisyonun neresini meşrulaştırmış oluyorum? Neyini meşrulaştırıyorum? O komisyona ben girmeyince gayrimeşru oluyor da ben girince meşru mu oluyor o komisyon? Komisyon Meclis Başkanı davetiyle oturmuş, yasa yapma yetkisi olmayan, yasa önerme yetkisi olmayan, ancak katılımcıların bir mutabakat yakaladıkları takdirde kendi aralarında bir centilmenlik anlaşmasıyla Meclis’e ‘Bu yasayı bakın böyle yapıyoruz, içeride bunu bozmayalım. Çünkü herkesin katkısıyla oldu’ deyip önerebilecekleri… B Benim Meclis’e bu komisyonla ilgili çalışma önerileri istediklerinde yazdığım yazının altında net şu cümle yer alıyor: ‘Yasama faaliyetleri, yasa çıkarmakla sınırlı olmak üzere’ ifadesini içeriyor. Yani ‘Ben buraya gelip anayasa konuşmam yazdım’ onlara. ‘Sadece yasal düzenlemelerle sınırlı olmak üzere bir komisyon çalışmalıdır’ dedik. Meclis Başkanlığı da bunu kabul etti de bizi davet etti.”

“NİTELİKLİ ÇOĞUNLUĞUN SAYISI DÜŞMEYECEK”

(İYİ Parti’nin vermediği 3 üye hakkı baki midir, yoksa yok mudur?) “Meclis Başkanı o konuya da açıklık getirdi. Hesap hep 50 üzerinden yapılacak. Varmışlar gibi. Yani nitelikli çoğunluğun sayısı düşmeyecek. Diyorlar ki ‘İYİ Parti çıkmadığı için nitelikli çoğunluğun sayısı düşecek. 2 bilmem ne olacak…’ Hesap 50 üzerinden yapılacak. Çünkü İYİ Parti yani şimdi söylediğinden dönmez de tut ki çok güzel yasal düzenlemeler yapıyoruz. Mesela dezenformasyon yasası kaldırılıyor. Tamam mı? İYİ Parti baktı ki korktuğu bir şey yok, bundan sonra kalktı, ‘Vereceğim’ dese gelse ‘Kapı kapalı, gelmediniz’ denemeyeceğine göre o 3 koltuk boş olacak. Meclis aritmetiği de öyledir. 600 kişiyle başlarsın. Diyelim ki 20 kişi belediye başkanı oldu, vefat etti, boşaldı. Hesaplar 580’den yapılmaz. İlk baştaki üye tam sayısı üzerinden yapılır. Bu komisyonda üye tam sayısı 50 + 1. Başkan oy kullanmıyor. 50 üzerinden nitelikli çoğunluk sağlanır. Komisyon nitelikli çoğunluk konusunda çalışacak. İki öneri var. Bir tanesi 3 / 5, bir tanesi 2 / 3. 2 / 3 olursa 50’yi üçe bölüp iki ile çarpacaksınız. 3 / 5 olursa beşe bölüp üçle çarpacaksınız. Bir tanesi 31’e bir tanesi 34’e denk geliyor herhalde.”

“ŞİMDİ BİRDEN ÇOK PARTİYE İHTİYAÇ DUYUYORLAR”

(AK Parti – MHP ittifakı nitelikli çoğunlukla hep avantajlı mı?) “Şimdi AK Parti – MHP İttifakı 25. HÜDA-PAR’ı da koydun 26. DSP’yi de koydun 27. Tamam. Eğer bir düzenleme yapmak için Cumhur İttifakı’nın salt çoğunluğa ihtiyaç olsaydı 26’yla her şeyi yaparlardı. Şimdi bir partiye birden çok partiye daha ihtiyaç duyuyor nitelikli çoğunluk olduğunda. (DEM var ama…) DEM’i düşman mı görüyorsunuz? (Yani o ittifakın içerisinde gibi düşünüyoruz ya.) Hayır DEM dedi ki ‘Bu bir siyasi ittifak değildir’ dedi. Burada yapılacak bir düzenleme düşünün, bu düzenleme demokratik bir düzenleme değil ve DEM buna destek veriyor. Onun hesabını DEM verir seçmenine. Bu düzenleme demokratik bir düzenleme, CHP buna destek vermiyor. Onun da hesabını CHP verir. Önemli olan şu, tutun bir iş yaptılar. O çok korkulan bir iş yapmaya kalktılar. Bu komisyon yapamaz da. Ne yapacak? Yasa çıkaramıyor bir şey yapamıyor. Bu komisyon endişe edilen bir iş yapıyor. DEM de buna destek veriyor. Ben de onunla ayrışıyorum. Benim açımdan son derece net bir duruştur. Bu partiler bir araya gelmişler, bir şey yapıyorlar. Şöyle bir şey düşünüyorlar. ‘Bu komisyonun elinde nükleer savaş başlatacak bir düğme var. Ve orada 34 sayısını bulduğunda basacaklar. Bunlar DEM’le birlikte dünyayı imha etmeye karar vermişler, iyi düşündün mü?’ Bu komisyon sadece oturup konuşabilecek ve tartışabilecek, ayrışanın ayrışma sebebini seçmene izah edebileceği bir komisyon. Bu yüzden bu komisyonu kriminal bir şekilde ele almak… (O yüzden mi Tanju Özcan’a çok kızdınız, o ikinci tweetine?) Hayır Tanju Özcan’ın partinin Genel Başkanı, Genel Yönetimi dururken, bir yerel yönetici olarak, aynı Meclis’te yer aldığımız yapıları, partileri dizip de şerh ittifakı tanımlaması haddini aşan bir tanımlama diyorum. Doğru bir tanımlama değil. (Bununla ilgili bir tasarrufta bulunmayı düşünüyor musunuz?) Ben yayını nasıl yöneteceğinizi size sormuyorum. Burada şöyle bir şey var. Bakın nitelikli çoğunlukta net bir şey söyleyeyim. Mutlak mutabakat dersek CHP’nin ‘evet’ demediği hiçbir şey geçmez dersin. Orada herhangi bir parti burayı tıkayabilir. Çalıştırmayabilir. Nitelikli çoğunluk bir uzlaşı arayışıdır. ‘Benim de katkımı al’ demektir. ‘DEM’in de katkısını al’ demektir. Senin dediğin olmaz. Almıyorlar mı? Aralarında anlaştılar. Neyde anlaştıklarını, onların izah etmek durumundadır. Neden anlaşmadığımı da ben izah etmek durumundayım. Ama bu komisyonun elinde aldığı kararla anayasayı değiştirme hatta yasayı değiştirme yetkisi olmadığı için, ben bu komisyondaki tartışmaların bensiz ilerlemesini, bizsiz ilerlemesini istemem. Doğru da bulmam. Bu komisyona sorunların çözümü için önerebileceğim dünya kadar demokratik paket var. Ama şunu da doğru bulmam bakın. Bu komisyonda herhangi bir partiye, Yeni Yol’u da alırlarsa, onlar da eski AK Partili bilmem ne. Ne olur? 50 olur, adam seni almaz. 40’ta 40 komisyon kurar kendi aralarında. DEM dedi ki ‘Bu bir siyasi ittifak’ değil. Yeni Yol Partisi diyor ki, onlar oradan ayrılmış başka yolları var. Ortak doğruda buluşanlar, bir araya gelip de iyi bir şey yapabilirse yapar. Yapanın yolu açık olsun. Çıkar gidersin komisyondan. (Bu özgüvenle bakıyorsunuz.) Öyle bakacaksın. Benim en çok kızdığım ne biliyor musunuz? Böyle şaşırdığım şey. Şu kadar partinin hiçbir tanesinin tabanında o partiyi yakından takip eden gazetecisi de bilmem nesinde bu vehim yok. Bir tek Cumhuriyet Halk Partisi’nde var. Bu ne vehmi ya? Ne vehmi? Öyle bir şey ki bir komisyondan olmayan bir şey üretip, ona inanıp dönüp… Bir de dün soruyorum ‘Partinize güveniyor musunuz?’, meydan inliyor. (Niye soruyorsunuz Sayın Genel Başkan?) Ortalık yıkılıyor, görün diye söylüyorum. Siz güvenmiyorsunuz ya. Onunla o anlaşacak sen çırak çıkacaksın. Görün diye soruyorum. Şile’de Şile’den büyük miting yaptık. Biz giderken bazı sosyal medya hesapları şey diyor. ‘Şile’ye boykot.’ İşte komisyona katılacakmışız. ‘Şile’ye boykot. Boş meydanı görsün de.’ Ya o meydan boş kalmaz. O meydan Cumhuriyet Halk Partisi’nin samimiyetini biliyor, Özgür Özel’in samimiyetini biliyor. Ben partiyi Erdoğan’la anlaşıp da bilmem ne satacak olsam komisyon konusunda gireyim içeride satayım diye mi beklerim? Memleketi satanların nasıl sattığını biliyoruz.”

“ERDOĞAN BU KOMİSYONDA OLMAMAMIZI İSTİYOR

(Erdoğan CHP’nin bu komisyonda olmasını mı istiyor, olmamasını mı istiyor?) “Olmamasını istiyor. Adımız gibi biliyoruz. Aylardır patinaj yapıyor, aylardır. Halen daha pazartesi günü ne diyor. ‘Ey Özgür Özel, gel komisyona da geçmiş günahlarının kefareti olsun.’ Yani tahrik ediyor girmeyelim diye. Kendi günahlarına bakmaz. Geldiğinde yedi şehit vardı Türkiye’de bir yılda. 600 şehitli yıllar yaşattı bu ülkeye. Şimdi gelmiş bana kefaretten bahsediyor. FETÖ’yü ben mi getirdim memleketin başına? IŞİD bombalarını ben mi patlattırdım, benim yönettiğim Türkiye’de mi patladı? 104 kişiyi benim yönettiğim Türkiye’de mi garın önünde öldürdüler? Benim yönettiğim Türkiye’de mi Merasim Sokak katliamı oldu, asker servisinden 30 kişi benim yönettiğim Türkiye’de mi oldu? Benim yönettiğim Türkiye’de mi Güven Parkın önünde IŞİD patlattı? Benim yönettiğim Türkiye’de mi tankını, uçağını altına verdiğim FETÖ geldi Meclis’i bombaladı ve insanları ezdi sokakların ortasında. Benim yönettiğim Türkiye’de mi PKK 23 yıldır bu noktaya getirdi? Ondan sonra tutmuş ‘Kefaret öde’ diyor. Çok net bir şey söyleyeceğim. Cumhuriyet Halk Partililer kendileriyle şöyle gurur duyabilirler. Bunun içinde de sadece Özgür Özel falan yok. Sadece bu dönem yok. Geçen dönem Kemal Bey de var, ondan önceki dönem de var. Çok net bir şey var. Yıllardır çözüm dendiğinde ilk refleks olarak Cumhuriyet Halk Partisi hep şunu der. Biz destek veriyoruz. Annelerin gözünün yaşı duracaksa biz oradayız. Gelin bunu Meclis komisyonu eliyle yapalım. Şimdi o noktadayız. Bizim tarif ettiğimiz gibi değil bir başka yönelim olursa da ‘Bizim dediğimiz komisyon bu değildi’ der, oradan çıkarız.”

“AMA BU SÜREÇ SONUNA KADAR ZORLANMASI GEREKEN BİR SÜREÇ”

“Geçen çözüm sürecini düşünün. Geçen çözüm sürecinde Devlet Bey karşıydı. Geçen çözüm sürecinde şimdi karşı olanlar karşıydı. CHP ‘Destek verelim’ dediğinde elinin tersiyle ittiler ve çözüm süreci başarısız oldu. Ne oldu sonra? O günden bugüne binlerce asker öldü, iyi mi oldu? Keşke o gün başarılabilseydi, keşke terör o gün bitirilebilseydi. Binlerce insan hayatını kaybetti. Türk’ün de Kürt’ün de anasının gözü yaşlı kaldı. İyi mi oldu? Şimdi yapmayalım, yeniden terör başlasın. Yine şehitler gelsin; sıvasız, briket evlere şehit gelsin. Yalılardan çıkanlar gitsinler. Ağlayan anaya bir tane iğne, babaya bir tane teselli, kardeşe bir tane kamuda iş… Yine aynı düzen mi sürsün? Bütün para oraya mı gitsin? Biz şuradan bakıyoruz. Bir yıl sonra bu ülkeyi biz yöneteceğiz. Teröre değil; asgari ücretliye, emekçiye, emekliye para harcayalım istiyoruz. Teröre karşı değil; gelişmeye karşı, Türkiye’nin iyi noktalara gelmesine yönelik olarak bir şeyler yapmak istiyoruz. Bütün enerjimizi oraya sarf etmeyelim istiyoruz. Bu konuşanlar ne konuşuyor? Ne konuşuyor? ‘Bu süreç olmasın.’ Olmasın. ‘Terör ortadan kalkmasın.’ Ya bu süreç samimiyetle desteklenmesi gereken bir süreç. Millet gözünün içine bakarak şunu görür; kim samimi, kim değil. Tayyip Erdoğan samimi değilse millet onun sandıkta defterini dürer zaten. (Sizce samimi mi?) Ben Tayyip Erdoğan’ın hiçbir konuda samimi olduğunu düşünmüyorum. Ama bu süreç Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleri açısından reddedilmemesi, sonuna kadar zorlanması gereken bir süreç. (Selahattin Demirtaş’ı hiç ziyaret ettiniz mi?) Ettim, hatta bugün de Figen Yüksekdağ’ı ziyaret edeceğim. Selahattin Bey’i, geçen sene ya eylül, ya ekim ayında ziyaret ettim. Bir daha ziyaret edeceğim. Önümüzdeki dönem bir kez daha ziyaret edeceğim. (Demirtaş’ın ailesiyle birlikte yurtdışına taşınması şartıyla serbest bırakılması gündeme gelebilir mi iddiası var.) Selahattin Demirtaş niye yurt dışına taşınacak da serbest bırakılacak, bu kimin şartıymış? Oralara bakmak lazım. Selahattin Demirtaş’ın boşu boşuna içeride yattığı bir süreci hep birlikte yaşadık. Bundan sonra bu süreç başarıya ulaşır da artık terör biter ve herkes demokratik siyaset zemininde mücadele edecek olursa, Selahattin Demirtaş gibi bir isim, geçmişte de kendi partisinin Cumhurbaşkanı adayı olmuş. Niye Türkiye’de olmuyor, niye siyaset yapmıyor da niye sürgüne yollanıyor, ben o tarafını anlamadım işin.”

“NE İŞİMİZ VAR ADAYA HEYET YOLLAMAKLA, KOMİSYONA BU YÜZDEN GİRİYORUZ”

(CHP, İmralı’ya heyet gönderecek mi?) “Cumhuriyet Halk Partisi İmralı’ya heyet yollamaz. Yani böyle bir niyetimiz olmaz. (Çağrılar var, haberler uçuşuyor) Efendim biz komisyona bu yüzden giriyoruz. Biz bu işlerin konuşulabileceği tek yerin Meclis olduğunu düşünüyoruz. Bizim ne işimiz var adaya heyet yollamakla bilmem ne? Meclis en üst mercidir. Kim konuşacaksa çağırır, MİT mi gelip bilgi verecek, İmralı heyeti mi bilgi verecek, yurtdışından uzman mı getirilecek, Genelkurmay mı dinlenecek ,şehit aileleri mi dinlenecek? Davet eder, herkes gelir orada konuşur. Meşru tartışma zemini Meclis’tir. Atatürk’ün kurduğu Meclis’tir. Atatürk Meclis’i kurmuştur. İlk gün toplanmıştır Meclis. Sinop mebusu Meclis’i açmıştır. Ardından çalışmalarını ne başlamıştır, ne durdurmuştur. Atatürk söz almıştır. Meclis’in ilk usul tartışmasıdır. ‘Buraya geldik de şu mazbataları bir kontrol edelim’ demiştir. Dört kişilik bir mazbata tespit komisyonu kurmuştur, içinde kendisi de olmuştur. Bütün gece çalışıp ertesi gün; Meclis kurulduğunun ertesi günü, 24 Nisan 1920’de şüpheli mazbatalar ve onların sahipleri ayrıldıktan sonra kürsüye çıkıp 9 saat boyunca Meclis’te ‘buraya niye geldiği’yi anlatmıştır, ne yaşadıysa. Neredeyse bir mini nutuk. Attığı her adımda Meclis’in rızasını aramıştır, Meclis’i önemsemiştir. Meclis’in kurduğu komisyonları, çalışma gruplarını, verdiği yetkileri önemsemiştir. Kurtuluş Savaşı’nı Meclis’ten yönetmiştir. Bunun için efendim bana diyorlar, ‘Sana mektup geldi mi? Sen mektup yazdın mı? Sen gider misin? Sen gelir misin?’ Hepsinin cevabı: Benim okuyacağım mektup da yapacağım ziyaret de alacağım karar da demokratik Meclis zeminidir. O zemini boş bırakmam. Ama onun dışında da ‘Onu yapar mıyım, gider miyim, yapar mıyım?’ Bu sorunun hepsinin cevabı. Ben Meclis’te komisyonu yetkilendiririm. Ne yapılacaksa onlar yaparlar, gelirler partimize de bilgi verirler.”

“İBRAHİM KALIN’LA İKİ SİYASETÇİ GİBİ KONUŞMADIK”

(İbrahim Kalın ile uzun bir görüşme yaptınız, tutanaklar kasada mı, ne konuştunuz?) “O konuşmanın, resmi heyetler halinde olanının tutanakları Milli İstihbarat Teşkilatı… Yani orada arkadaşlar yapıyorlar, not alıyorlar. Onlarda vardır. Öbürü de mutlaka MİT’te yine vardır. Onlardan habersiz bir şey… İbrahim Bey’e bu süreçten ne gördüğümü, ne anladığımı, bu sürecin ne şekilde yönetilmesi gerektiğini ve bu meselenin samimiyetle Türkiye’nin çıkarlarına yürütülmesi gerektiğini… Kendi düşüncelerimi anlattım. Gördüğüm riskleri anlattım. Önümüzdeki süreçle ilgili yapılması gerekenlerle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi’nin geniş müktesebatından bende birikmiş olanları aktardım. O da bazı sorularıma cevap verdi. Tamamen iki siyasetçi gibi değil; bir siyasetçi, bir devlette görevli olan, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başkanlığı gibi kritik görevde olan birisinin yapması gereken konuşmayı o ciddiyetle yaptık. Daha sonra da geçtik içeride sunumlarını aldık. Ben gördüğüm riskleri, önerilerimi, bazı merak ettiğim şeyleri sordum. Onunla ilgili de bence yapılması gereken bir görüşmeydi. Ben olumlu sonuçlarının olacağını değerlendiriyorum.

“BUNLARA BİR ŞEY DEMİYOR, TİKTOK ÇEKİYOR”

(Bir önceki Müsteşar’la, şimdinin Dışişleri Bakanıyla ilgili ise çok ağır konuşuyorsunuz. Hatta papucumun… Biz onu söylersek başımıza çok şey gelir) “Yok bir şey olmaz. Bizim Ege’de çok yaygındır. Birinin görevini layıkıyla yapmadığını gördüğü zaman öyle söylenir. (Eleştiriliyorsunuz.) Ben şimdi size bir şey söyleyeceğim. Size ‘Sen Yunan tezlerinin destekçisisin’ dersem mi alınırsınız, TikTokçu dersem mi alınırsınız? O bana ‘Yunan tezlerini destekliyorsun’ dedi. Yunan’ı ki savaşı savaşta bıraktık. O bana ‘Yunan tezlerini destekliyorsun Ege’de’ diyor. Ben de ona TikTokçu diyorum. Hangisi daha ağır? Bunu eleştiren bir-iki gazeteci arkadaşa, görüşlerine kıymet verdiğim gazeteci arkadaşa söylemek istiyorum. ‘Papucumun TikTokçusu’ mu ağır, ‘Yunan tezlerinin destekçisisin Özgür Özel’ mi ağır? Kaldı ki şöyle… Hakan Fidan, MİT Müsteşarıyken ‘Birkaç asker yollarım. Suriye’den Türkiye’ye 8 füze attırırım, toplumsal rızayı yaratırım’ diyen bir adamdır. Milli İstihbarat Teşkilatı, hepimizin güvenliği, istihbaratı ona emanetken, ‘Beni MİT Başkanı’yken zehirlediler’ deyip MİT’i de kendini de küçük düşüren adamdır. MİT Başkanı’yken dünya kadar, mesela 15 Temmuz darbesinden bihaber adamdır. Birisi gidip, öğlen kapılarını çalıyor, darbe olacak diye. Kendisi yemek yerken yakalanıyor darbeye filan. Kötü bir MİT Başkanı’ydı. Çok kötü bir Dışişleri Bakanı. Onun döneminde Türki Cumhuriyetleri Güney Kıbrıs’ı tanıyor. Kuzey Kıbrıs’ı tanımalarını beklediğimiz Türk Cumhuriyetleri Güney Kıbrıs’ı tanıyor. Onun döneminde Trump ‘Gazze’ye oteller yapacağım’ diyor. Onun döneminde, bakın Dışişleri Bakanı bu adam, Türkiye’deki Amerikan Büyükelçisi ‘Osmanlı’nın millet sistemine geçelim’ diyor. Yani dine dayalı, mezheplere dayalı, farklı dinlerin kendi hukuklarının olduğu bir anlayış. Bizim Türkiye’mize rejim öneriyor adam. (Sayın Cumhurbaşkanı da ‘Türk, Kürt, Arap’ diyor) Onu da söylerim. Onun döneminde tutuyor, dönüyor ve şöyle bir şey söyleyebiliyor; ‘Zengezur koridorunu 100 yıllığına bir Amerikan şirketi işletsin’ diyor. Azerbaycan, Nahçıyan, Türkiye ve Türkiye’nin Kafkaslar üzerinden hem gücünü artıracak olan, Rusya, Çin üzerinde o yumuşak gücünü artıracak olan çok önemli bir işi ‘Amerikan şirketine devredelim’ diyor. Bunlara tık yok. Hakan Fidan her gün çekiyor bir TikTok. Neymiş biliyor musunuz? Hakan Fidan’ı şöyle yapıyorlar. Ardına Kurtlar Vadisi müziği. Bakıyor, saati, kravatı, kravatın rengi. Komik komik işler. Kardeşim bir tarafta adam Türkiye Cumhuriyeti’nin taşıyıcı kolonlarının kesilmesinden bahsediyor. Dine dayalı, herkesin farklı hukuk sistemi. Bunu Amerikan Büyükelçisi yapıyor. Kardeşim Avrupa’daki 10 büyükelçi ‘Gezi’de hukuksuzluk yapılıyor’ dedi diye onları ‘persona non grata’ istenmeyen insan ilan etmeye kadar varıp, Avrupa Birliği büyükelçilerini Türkiye’den defetmeyi göze alıyordunuz. Neden? Gezi’deki hukuksuzlukları söylediler diye. Adam şimdi diyor ki ‘Türkiye’nin yönetim sistemi, farklı din ve mezheplerin kendi hukuklarının olduğu, ayrı ayrı oldukları, ayrı ayrı grupların ayrı ayrı yönetildiği, hepsinin padişaha biatının belirtildiği yönetim sistemi olsun’ diyor. Sen buna bir şey demiyorsun. Sen TikTok çekiyorsun. Ben ondan dedim papucumun TikTokçusu diye. Ayrıca şunu da söyleyeyim. İsrail’e karşı 12 ülke bir yaptırım paketinde anlaştı, Türkiye oraya imza atmadan kaçtı. Biz de bunu suçüstü bir durumda yakaladık ve ilan ettik; niye yapmıyorsunuz? Bana dedi ki ‘Orada UNCLOS anlaşması var, uluslararası deniz ticaret anlaşması. Bu anlaşmanın Ege’de uygulanması durumunda 6 mil, 12 mile çıkar. Sen Yunan tezini mi destekliyorsun?’ Dedim ki ‘UNCLOS anlaşmasını Karadeniz’de uyguluyorsun, Pasifik’te uyguluyorsun, orada burada uyguluyorsun. Ege denizinde de şerhin var, uygulamıyorsun. O şerhin var, yaz oraya’ dedim. ‘Bak’ dedim, ‘İsrail yaptırımı anlaşmasına iki ülke şerh koymuş. Sen de koyaydın.’ Önce bana ‘Yunan’ı destekliyorsun’ dedi. Ne yaptı biliyor musunuz iki gün sonra? Gidip oraya şerh koyup, imzayı attılar. Şimdi Özgür Özel mi doğruyu söylüyor, TikTokçu Hakan mı doğru söylüyor? Dediğim yere geldiler mi? ‘Şerh koy, imzayı at’ demiştim, şehri koyup imzayı attı mı? Kimin dediği doğru çıktı? Özgür Özel o sert üslupla bunu söylemese… Normal üslupla söylüyorsun; Harun Reşit, kendin söyle, kendin işit. Şimdi başka bir şey oldu. Ben öyle ya da böyle bu meseleyi gündeme getirdim ve bu sayede İsrail’e yaptırım uygulanacak anlaşmanın altında imzamız var artık.”

“KOMİSYON ÜYELERİ DAHA BELLİ DEĞİL”

(Komisyona verilecek 10 CHP’li isim ne olacak?) “Yarın saat 13.00’te bu komisyonla Genel Merkezimizde toplantı yapacağım zaten. Yarın saat 13.00’ü beklesin arkadaşlar. Yarın aleniyet kazanacak bir liste için bu yayının güzelim iki dakikasını niye harcıyorsunuz? Yarısı doğru, yarısı yanlış. Bu arkadaşlar zaten CHP’li. Hangisini görevlendirsek layıkıyla bu işi yaparlar. Bu işin magazin kısmı. Yarın zaten olacak. Başka partiden CHP’ye katılacak bir isim olur da o isim çok merak edilir, konuşulur. Bunlar zaten bizim arkadaşlarımız. Yani ben şimdi ne söyleyeyim? Daha liste belli değil. Değil, çünkü daha dün karar verdik komisyona katılmaya. Nitelikli çoğunluk olmasa katılmayacaktık. 20’nin üzerinde arkadaşımı görevlendirebilirim. Kafamdaki taslakta 20-23 isim var, 10’unu seçeceğim. Daha seçmedim. Bu konuda Grup Başkanvekillerimle istişare edeceğim, daha etmedim. Bugün yaparım akşam vakitlerinde, yaparım. Meclis’e da yazıyı bugün akşam değil, yarın öğlen saatlerinde yollayacağım. (Belli isimler yayınlandı?) Doğru değil, maalesef doğru değil. Doğru olmadığını şuradan söyleyeyim. Daha biz bu komisyondaki arkadaşları belirlemedik. Grup Başkanvekilleriyle de bir istişare yapacağım. Ondan sonra karar vereceğim. Meclis’e yarın öğle saatlerinde listeyi teslim ederiz. Sonra da saat 13.00’te komisyondaki arkadaşlarla toplantı yaparız.”

“BİZİM SÖZLERİMİZİ VEREN KANALLARI KAPATIYORLAR”

(Araştırma şirketinin anketlerine göre CHP yüzde 38 görünüyor.) “İki tür araştırma görüyorum. Biri bizim de yerel seçim sonuçlarımızı çok iyi tahmin eden, çok güvendiğimiz bir yöntemle yaptırdığımız 10 bin denekli araştırmalar iki ay üst üste, hatta bu ay biraz daha fazla 15 bin denekle yaptılar. Normalde üç bin yetiyor buna ama hata payı azalsın diye. Yüzde 40’a yakın oyumuz var. AK Parti’yi bizimkiler 34 ölçüyor kararsızlar dağıtıldığında. Ama böyle bir sürü anket görüyorum. 8-10 puan olanlar da var. (DEM ile sizi ayrıştıran sorular da var.) O kısmını bilmiyorum. O kısmı zaten bugünün işi değil. DEM mesela, ‘Bir siyasi ittifak değil bu’ diye açıkladıktan sonra bu soru doğru cevaplanabiliyor mu onu da bilmiyorum ama CHP açısından mahzurlu bir şey görünmüyor. Kararsızları dağıtmayan şirketler var ya da farklı örneklemi olan. Ama örneğin Panaroma’yı gördüm, o kararsızları dağıtmıyor ama orada da 1,7 puan öndeyiz. Kararsızları dağıtsa orada da daha açık bir farkla önde olacağız. Bu ay hiçbir ankette geride görmedim ama bir anketi iktidara müzahir kalemler yazdı. ‘AK Parti 1,2 puan mı ne önde.’ (GENAR anketi) Adını vermek istemediğim, dünün köşesinde rakamları böyle okudum. Genar önüme gelmiş olsa söylerim yani. Yoksa onlar da saygın bir şirket, çalışıyorlar. 2,5 kanal var bizi veren. Neden? Hep birinizden biriniz kapalı olduğunuz için. (Genellikle sizin yüzünüzden kapalı oluyoruz.) Öyle maalesef. Bizim sözlerimizi veren birinden birini kapatıyorlar. Diğer tarafta yani TRT’den düşünün, TRT’nin içindeki bütün kanallar. İktidara müzahir bütün kanallar, merkez medya diye bilinen kanallar. Tayyip Erdoğan günde beş kez konuşsa beş kez yayınlıyorlar. Uykusunda konuşmaya başlasa yayını kesip ‘Sayın Cumhurbaşkanı rüyasında sayıklıyor’ diye onu da canlı veriyorlar. Bütün elindeki AK Toroslar çetesi ile saldırıyorlar, milletvekillerimize saldırıyorlar. Büyük bir baskı altındayız. Ve Cumhuriyet Halk Partisi aslanlar gibi mücadele ediyor etmeye de devam edecek. Her geçen gün meydanlarda kalabalık ve mücadele daha güçlü.”

“EN BÜYÜK TEHDİT, GELECEK SEÇİMİN KAYBEDİLMESİ TEHDİDİDİR”

(Tehdit alıyor musunuz gerçekten?) “Ya boşverin tehdidi mehdidi. En büyük tehdit, gelecek seçimi kaybetme tehdidi. Sen gelecek seçimi kazanmak için her şeyi yap, kendini de kurtarırsın, evladını da kurtarırsın, ülkeyi de kurtarırsın. Gelecek seçimi kaybedersen daha kurtaracak bir şey kalmıyor. O yüzden hep birlikte birbirimize inanmak, güvenmek, dayanışmayı artırmak, meydanları kalabalıklaştırmak, doğru işleri yapmak durumundayız. Biz adım adım iktidara yürüyoruz. Buna engel olmak için her şey deniyorlar, denemeye devam edecekler. 19 Mart darbesine cesaret edenler, İBB’ye kayyımı belirlemiş adam. Adıyla sanıyla belli. İBB’nin kayyım kapısından döndü. Nasıl döndü? Beklemedikleri bir mücadeleyle döndü. Bundan sonra da en beklenmedik mücadele yöntemleriyle, cesaret ve kararlılıkla elimizden gelen her şeyi yapıp önümüzdeki seçimi kazanacağız. Adayı belirlemek, arkasında durmak, adayın aday ofisi üzerinden taahhütlerini hazırlamak, partinin programını yapmak, sandık görevlerini yapmak. Bir sabah kalkıp seçim varmış gibi o sabah bütün 185 bin sandık görevlisini sandık başına yollamak, karekodlara okutup geri getirmek de dahil, ya da haftada şimdi iki salı günleri yaptığımız grup oplantısı, üç büyük konuşmayla sürekli gündeme müdahil olmak da dahil, gölge bakanlarımızla, PM’mizle, sadece bu ay sahada yapacağımız bin 328, milletvekili ve PM 81 ildeki ziyareti ile beraber müthiş bir aktivasyonla, müthiş bir aktivite ile, büyük bir enerjiyle çalışıyoruz. Karşılığını da sahada da görüyoruz ankette de görüyoruz. Kimse kimseyi bu partiyi ‘Ya Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk’ün resmini indirdi indirmedi…’ Bir ara böyle bir tartışmayla bu partinin dört ayını beş ayını yediler. Cumhuriyet Halk Partisi’nde Atatürk’ün resmini indirecek kimse yok, Özgür Özel’in Atatürkçüğünden şüphe edecek kimse yok. Kimse yok. Ne Ekrem İmamoğlu’nun ne Özgür Özel’in. Atatürk’ün kurduğu partiyi iktidar dışında da bir gayemiz yok. Bütün gücümüzle çalışıyoruz. Herkes aklını başına toplayacak. Saflar şöyle ayrışacak. İktidara yürüyenler ve yürürken çelme çakanlar. Çelme çakanları geride bırakacağım. Çelme çakan geride kalır. Çünkü dener, beni düşüremez ama geride kalır. Dönüp bir daha bakmayacağım. O yüzden herkes çelmecileri de görsün, iktidara yürüyenleri de görsün. Bundan sonra bir Cumhurbaşkanı Adayımız yok. Milyonlarca Cumhurbaşkanı Adayımız var. Dün Şile’de sordum. Bundan sonra soracağım. Cumhurbaşkanı Adayı Silivri’de olduğu için, gidemediği meydana Cumhuriyet Halk Partililer gidecek. Çalamadığı kapıyı Cumhuriyet Halk Partililer çalacak. Bundan sonra aday Silivri’de, onun yerine afişi asan, broşürü dağıtan, kapıyı çalan, oy isteyen Cumhuriyet Halk Partililer olacak. Bu Cumhuriyet Halk Partililik hem baba ocağıdır kapı açıktır, partiye üye olunabilir. Üye olmayan bütün demokratları da Türkiye’nin ortak geleceğine sahip çıkmak için dayanışmaya davet ediyoruz. Biz iktidara yürüyoruz. İktidar yürüyüşümüzü kimsenin engellemesine izin vermeyeceğiz. Bunun adı ne olursa olsun izin vermeyeceğiz. Kim olursa olsun izin vermeyeceğiz.”

“BİZİM BU PARTİYİ İKTİDAR YAPMAKTAN BAŞKA ŞANSIMIZ YOK”

“Herkese de şunu diyorum. Suni gündemlerle meşgul olmayın. Lüzumsuz tartışmalara boğulmayın. Basit bir komisyon, anayasayı değiştiremeyecek, kanun yapamayacak sadece önerecek bir komisyona baştan gitmemek o komisyonda etkili olma imkanının kaybettirirdi. Olabilirsek orada olacağız, olmazsak olmayacağız. Ama her gün sahada olacağız ve partiyi iktidar yapmak için mücadele ediyor olacağız. Bu yürüyüşe katılsın herkes, bu yürüyüşe. Bizim bu partiyi iktidar yapmaktan başka şansımız yok. Türkiye’nin son şansı. Bizim olduğumuz yerde Türk, Kürt, Arap… Türkler MHP’nin, asla kabul edemem. Kürtler DEM’in, asla kabul edemem. Araplar, Tayyip Erdoğan’ın. Bu ülkede 6 milyon da Arap kökenli vatandaşımız var. Asla kabul edemem. Ama başka bir şey tarif etmeye çalışıyor. Bu ülkede Laz da var Çerkes de var Gürcü de var Pomak da var, Boşnak da var. Ben varım, ben. Selanik doğumlu anneannenin, Üsküp doğumlu dedenin torunuyum ben. Öbür dedesi altı kuşak Manisalı, Osmanlı’nın defterdarlığından gelen bir soydan gelen insanız biz. O yüzden kimse ama kimse bu ülkeye Cumhuriyet dışında bir çatı tarif edemez. MHP kadar Türklerin temsilcisiyim. MHP kadar Türklerin. Atatürk’ün yazdığı anayasadaki vatandaşlığa bakın. Kime Türk deniyor diye. MHP kadar Türk milliyetçisiyim. DEM kadar Kürtlerin geleceğini ve eşitliğini savunuyorum. Arap dediğini de Suriye’deki sığınmacılardan değil, Türkiye’deki Hatay’daki, Şanlıurfa’daki, Mardin’deki, İstanbul’daki Arap kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızı da sımsıkı sarıyorum. Ama Türk, Kürt, Arap diyerek oraya başka bir çatı tarif edenin de karşısında dimdik duruyorum. Türkiye’deki etnisitesi ne olursa olsun, dini ne olursa olsun, dini tercihi ne olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun hepsinin temsilcisi ve hepsinin temsilcilerine de saygı duyan Atatürk’ün partisidir. Bu Cumhuriyet, siyasetin her kanadına alan açmak için kuruldu. DEM’e de saygım sonsuz, MHP’ye de, AK Parti seçmenine de. Cumhuriyet Halk Partisi olarak da bir kimliği kimseye bırakmayız. Bütün kimliklerin temsil edildiği bir partiyiz. O bahsettiklerinin hepsi var. Ben Mehmet Güzelmansur’u nereye koyacağım? Hatay milletvekili. Zeydan Karalar’ı nereye koyacağım? Arap Alevisi. Vahap Seçer’i nereye koyacağım? Öyle bir şey tarif ediyorlar ki. Ahmet Özer’i nereye koyacağım? Sezgin Tanrıkulu’nu nereye koyacağım? Nurhayat Altaca Kayışoğlu’nu nereye koyacağım? Yani şimdi Dersimli, Alevi, Kürt kızı Nurhayat’ı nereye koyacağım? Türkan Elçi’yi nereye koyacağım? Abuk sabuk konuşuyorlar. Ben o çok milliyetçilik taslayanların hepsinden çok milliyetçiyim. Neden biliyor musun? Çünkü ben Atatürk milliyetçisiyim. Bunların hepsini Atatürk öyle bir anayasal tanıma oturttu ki. O tanıma sahip çıktığınızda Türkiye’nin ikinci yüzyılında dünyanın lider ülkesi olabilecek birlikteliğine sahip çıkıyorsunuz. Anayasadaki Atatürk’ün tarif ettiği milliyetçilik, yani herkesi kapsayan milliyetçilik. Bakın biz bir 100 önce Kürtler ve Türkler hep beraber kimseyi dışlamadan hani hep diyoruz ya Selahattin Demirtaş, biz Selahattin Demirtaş‘la sohbetimizde şunu söyledik. Çanakkale şehitliklerine baksınlar kimler nerede yan yana yatıyor. Orada Türk ile Kürt’ün kardeşliğini görürler. Birlikte ölmüş adamlar. Dedeleri 100 yıl önce birlikte ölenler artık torunlar ölmesin diye el ele, omuz omuza verip kurduğumuz Cumhuriyeti bugün demokratik bir Cumhuriyet haline getirmemiz lazım. Bunun önündeki en büyük engel bugün Tayyip Erdoğan’dır. Ama Tayyip Erdoğan’ın da geriye dönecek ve demokrasiye dönecek bir adım atması kendinin de partisinin de Türkiye’nin de yararınadır. O adımı atarsa atar, atmazsa biz hep birlikte atacağız. Onun için Cumhuriyet Halk Partisi her kimliğe saygılı, her kimliği de içinde barındıran ama kimlik siyaseti değil, Cumhuriyetin ve demokrasinin siyasetini yapan, uygarlığın siyasin, yapan, çağdaşlığın siyasetini yapan bir partidir. Kimsenin Cumhuriyet Halk Partisi’nin hayalindeki Türkiye’de kendini yalnız ve yoksun hissetmediği, yoksul olmadığı yeni bir dönemi başlatıyoruz. Şile’de Şile’den büyük miting yapabilmemizin formülü budur. Bayburt’ta 890 oy aldığımız yerde 20 bin kişiyle toplanabilmemizin, Konya’da Tayyip Erdoğan’ın dolduramayıp kaçtığı meydanı korkmadan doldurmamızın sırrı budur.”

“O KOMİSYON KAYYIMLARI GERİ VERMEYECEK DE NE YAPACAK?”

(Kayyımların önüne geçebileceğinizi ve sonbaharda iddianame ile birlikte tahliye süreçlerinin başlayabileceğine ihtimal veriyor musunuz?) “Aklın gereği bu, vicdanın gereği bu. Sen oturacaksın Abdullah Öcalan’la devlet 1,5-2 yıldır görüşecek. Orada bir uzlaşmaya varacaksınız. Örgüt silah bırakacak. Siz de yasal düzenlemelerle vardığınız mutabakatın gereğini yapacaksınız. Yani sonuçta bir İmralı Uzlaşısı ortaya çıkmış. Öbür tarafta Şişli’de ya da Esenyurt‘ta bir belediye meclis üyesi DEM kökenliymiş veya bir belediye 10 belediyede birer tane DEM kökenli belediye meclis üyesi varmış. Onu da iddianameye şöyle yazacaksınız. ‘Batı’da seçim kazanamayacakları halde Kürt kökenli vatandaşların -DEM bile demiyor- belediye meclis listelerine konularak onların oylarının alınması ve onların yerel yönetimlerde söz sahibi hale getirilmesi suçu.’ Suçu böyle tarif ediyor. Bunun üzerinden belediyeme kayyım atayacaksınız. Şimdi bu komisyon kurulacak. Ne dedi Erdoğan? ‘Kayyımlar istisna olacak.’ Şu an kaide yaptı, kural yaptı. İstisnaya dönüşecekmiş. O komisyon bu işi yapmayacak da ne iş yapacak? O komisyon bu kayyımları geri vermeyecek de ne iş yapacak? Kent Uzlaşısı davalarının düşürülmesi için gerekli yasal düzenlemeyi yapmayacak da ne yapacak? Bu düzenlemeleri yapmayacak mesela 1 Ekim’e gelmişiz veya komisyon çalışmalarında bir noktaya gelmiş. Esenyurt Belediyesi ile Şişli Belediyesi bir belediye meclis üyesi DEM kökenliymiş diye kayyımda olacak. Ben de orada duracağım. Bak dışında kalırsan hiç olmazsa bunu konuşamadığın bir zemin olur. Ondan bütün hepsinin konuşulacağı, daha dünya kadar şey var. Hepimizi terörist ilan edebildikleri. Sizin ayağınıza kelepçe taktıkları maddeyi değiştirmeden ya da artık Türkiye’yi bu kuralların böyle uygulanabildiği bir ülke olmaktan çıkarmadan İsmail Saymaz‘ın ev hapsini ya da biraz önce orada oturan Esila kızımız, Bakırköy cezaevinde gördüğümde müebbet hapis yatacağını sanıyordu Esila. Dedim ki ‘Sen deli misin?’ ‘Ben buradan çıkabilecek miyim?’ diye ağlıyordu. Dün miting alanında bana kitabını imzalamış getirdi. Dedim ki ‘Hatırlıyor musun bu cezaevinden hiç çıkamayacağını düşünüyordun, ağlıyordun.’ Niye yine gözleri yaşardı ama güldük müldük. Dedim ya ‘Sana söz veriyorum iki aya kalmadan çıkacaksın’ dedim. Çıkınca aradı. ‘Sözünüzü tuttunuz.’ ‘Yok Esila biliyordum ne olacağını, ondan söyledim.’ Düşün Esila gibi birisinde bir daha Bakırköy cezaevinden çıkamayacağı düşüncesi var ve kızın tansiyon sorunu var, bir kapakçık sorunu var, bilmem ne sorunu var. O yüzden büyük bir gayretle büyük bir cesaretle mücadele edeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu mücadelesini görmeyen, boşa düşüren biri olur. Millet de onu sandıkta boşa düşürür. Hiç merak etmeyin. Cumhuriyet Halk Partisi’ni kimse kandıramaz. Ben Tayyip Erdoğan’ı çizdiği sınırlarda siyasete mahkum bir Genel Başkan, partim de ona mahkum bir parti değil.”

Özgür Özel: Binlerce insan hayatını kaybetti, iyi mi oldu?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

EGEPRESS ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin