DEM Parti Antalya Milletvekili Saruhan Oluç, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, Orta Doğu’daki dengeleri değiştirebilecek gücün Kürtler olduğunu söyledi. Oluç, Türkiye’nin geleneksel politikalarını eleştirerek Türk-Kürt ittifakının önemini vurguladı.
DEM Parti Antalya Milletvekili Saruhan Oluç, çok kutuplu siyaset zemininden ötürü ortaya çıkan bir güç rekabeti olduğunu belirterek, bu rekabetin aynı zamanda ülkelere yeni bir stratejik alanı açtığını söyledi.
Oluç, “Bu stratejik özerklik alanı hem yeni fırsatlar yaratıyor hem de yeni tehlikeler barındırıyor içinde ve Türkiye açısından baktığımızda bu mesele çok önemli. Yani, Orta Doğu ve Türkiye bağlamında ele aldığımızda hem yeni fırsatlar var hem de çok ciddi tehlike ve tehditler var. Atılacak her adım geleceği belirlemek yönünde bir adım olacak, bunu görmek gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Geleneksel hegemonya mücadelesinin dönüşümü bağlamında devletlerin dönüşümü ile devletlerin çöküşü arasında bir diyalektik yaşandığına dikkat çeken Oluç, “Aslında bu gelişme özellikle Orta Doğu açısından da bakarsak bölgesel hiyerarşiyi yeniden şekillendiriyor. Dönüşen devletler ve çöken devletler. Dönüşen devletler özellikle kendilerini korumak için dönüşüm yapmak zorunda olduklarını hissediyorlar, hissetmeleri iyi bir şey ve kendi finansal ve diplomatik güçlerini bunun için bir kaldıraç olarak kullanıyorlar” dedi.
Oluç, devlet dışı aktörlerin artık sadece bir vekalet savaşında kullanılan aktörler olmaktan çıkıp yönetişim fonksiyonlarını üstlenen hibrit aktörlere evrildiğini gördüklerini söyleyerek, “Bunu en yakında Suriye’de görüyoruz, yanıbaşımızda yaşanıyor. Biraz uzakta Afganistan’da da bunu görüyoruz ve bunun yarattığı sonuçlar var” diye konuştu.
‘Ankara geleneksel politikaların sürdürücüsü olma özelliğini taşıyor’
Ortaya çıkan bu tabloda İran, Irak, Suriye ve Türkiye’yi de kapsayan bir coğrafya açısından bakıldığında Kürtlerin bu gelişmelerin ve dinamiklerin neresinde yer aldığına değinen Oluç, özetle şöyle konuştu:
“Kürtler bu gelişmelerin içinde hem bir taraftan büyük güçlerin ve bölgesel güçlerin politikalarına maruz kalmaları nedeniyle bir nesne pozisyonuna düşebiliyorlar. Hem de aynı zamanda giderek artan bir şekilde gelişmeleri şekillendiren aktif bir aktör olarak, bu süreci yaşayan bir özne olarak yer alıyorlar.
Geçen yıl söylediğim cümlem aynen şu: ‘Türkiye’nin Orta Doğu’da en güvenebileceği, birlikte hareket edebileceği ve bu gelişmeler karşısında güçlü bir pozisyon geliştirebileceği politika Türk-Kürt ittifakı üzerinden şekillenebilir. Tarihsel olarak da böyledir. Konjonktürel olarak da böyledir’ demiştim. Gerçekten bugün geldiğimiz olan noktada bir yıl sonra da aynı şeyi vurgulamak istiyorum. Orta Doğu’daki bütün dengeleri yeniden değiştirebilecek ve yeniden kurabilecek olan özne olan güç şu anda Kürtlerdir. Yani bu Irak için de Suriye için de İran içinde böyledir. O nedenle bu bakış açısından ilerlemek ve geleneksel politikalar yerine yeni dönemin dönüştürücü politikalarını kavramak ve uygulamak büyük önem taşıyor.
Hala Ankara geleneksel politikaların sürdürücüsü olma özelliğini taşıyor. Bunun izlerini görüyoruz. Bu geleneksel politikalardan, yani Kürtlerin Orta Doğu’daki her türlü hak ve kazanımlarını kabul etmeme politikalarından vazgeçmek gerekiyor ve hak kazanımları karşısında olumlu bir politika, olumlu bir pozisyon geliştirme fikrine daha fazla yaklaşmak, daha fazla bu fikirle birlikte siyaset yapmak gerekiyor.”
‘Müzakere, her türlü sorunun aşılmasında Suriye’de de önemli bir faktör haline gelmiş’
“Kuzey ve Doğu Suriye yönetimini temsilen Mazlum Abdi, Şam yönetimini temsilen Ahmet El Şara arasında Şam’da 10 Mart’ta masaya oturarak imzalanmış, sekiz maddelik bir anlaşma var. O anlaşmanın yedi maddesi düzenlemeleri içerir. Bir maddesi de zamanı içerir. Bu yıl sonuna kadar bu maddelerin yerine getirilmesine dair bir maddedir. Önümüzde yaklaşık bir ayı aşkın bir süre kalmış vaziyette. Biliyoruz, müzakereler sürüyor. Çeşitli komisyonlar kurulmuş, işliyor. Adımlar atılması doğrultusunda belli noktalara gelinmiş vaziyette. Bir demokratik entegrasyon nasıl gerçekleşebilir, bunun üzerinde bir müzakere sürüyor ve dediğim gibi olumlu yönde de gelişmeler olduğunu biz de sizler gibi açık basından takip ediyoruz. Yani demek ki müzakere, diyalog, diplomasi her türlü sorunun aşılmasında Suriye’de de artık önemli bir faktör haline gelmiş.
Peki Türkiye’nin burada yapması gereken nedir? Bunu tabii diyeceksiniz, ‘Niye bizim bakanlığımıza söylüyorsunuz’ ama olsun size de söyleyeyim. demiş olayım. Türkiye’nin yapması gereken de Suriye’nin demokratik bir rejim olarak şekillenmesini sağlamak, demokratik Suriye rejiminin anayasasıyla birlikte o ülkede yaşayan bütün farklı kimliklerin, kültürlerin, ana dillerin, inançların eşit şekilde özgürce bir arada yaşayabilmelerini hem siyasal hem toprak anlamında bütünlüğü koruyarak yaşayabilmelerini sağlamak yönünde teşvikte bulunmaktır, Türkiye’nin yapması gereken. Yani olumlu, demokratik anlamda teşvikte bulunmaktır diye düşünüyoruz.
Kuzeydoğu Suriye’de ve orada yaşayan insanlar onlarla, halklarla, Kürtler, Araplar, Türkmenler hepsiyle birlikte esas itibariyle ticari, ekonomik, diplomatik, kültürel faaliyetlerin, ilişkilerinin geliştirilmesini sağlamak gelecek açısından büyük önem taşıyor. Gelecek açısından derken dar anlamda bakmıyorum. Daha geniş bir anlamda bunu ifade ediyorum ve yeni dönemin stratejisi ve ittifakları açısından bunu söylüyorum. Yani Türkiye hem kendi içinde Orta Doğu açısından baktığımızda demokrasisi, hukuku, ekonomisi, ticareti, kültürel yapısı ve çoğulculuğu ile model bir ülke haline ve bir toplum haline gelmelidir. Bu konudaki eksiklikler tamamlanmalıdır. Aynı zamanda da çevresindeki ülkeler açısından baktığımızda bu model özelliklerin oralara taşınmasını sağlamalıdır. Yani diplomasi yapmalıdır. Ve bunu yaparken de Orta Doğu’da ve tabii ki kendi sınırları içinde, ülkemizde Türk-Kürt ittifakının en güçlü şekilde tesis edilmesi, geliştirilmesi ve bununla imkanların ve fırsatların bütün toplum için kullanılmasının yolunu döşemelidir diye düşünüyoruz.”