Haber: Av. Elifsu Dilek Şen
Şiir, Sessizlik ve Sinemasal Tanıklık
Tolga Oskar’ın Nilgün belgeseli, biyografik anlatının konforlu sınırlarını bilinçli biçimde terk eder. Bu tercih, belgeseli klasik edebiyat portrelerinden ayırdığı gibi, onu felsefi bir soruşturma alanına dönüştürür: Bir şairi anlamak mümkün müdür, yoksa yalnızca onun etrafında dolaşılır mı?
Nilgün Marmara’nın şiiri, modern felsefenin merkez sorularından biri olan varoluşun ağırlığı ile doğrudan temas halindedir. Heidegger’in “dünyaya fırlatılmışlık” kavramı, Marmara’nın dizelerinde neredeyse sezgisel bir karşılık bulur. Belgesel, bu felsefi arka planı açıklamak yerine, Marmara’nın metinlerini ve tanıklıkları yan yana getirerek seyirciyi düşünmeye zorlar.
Tolga Oskar’ın kamerası, Nilgün Marmara’yı romantize etmez; onu bir “trajedi figürü”ne indirgeme tuzağına düşmez. Aksine, belgesel boyunca ölüm, merkeze değil çeperlere yerleştirilir. Bu sinemasal tercih, Camus’nün “intihar felsefi bir sorudur” önermesini hatırlatır; fakat belgesel, bu soruya yanıt üretmekten bilinçli olarak kaçınır.
Kamera hareketleri sınırlı, kurgu ritmi sakindir. Bu tercih, yalnızca estetik değil, etik bir tavırdır. Yönetmen, Nilgün Marmara’nın iç dünyasına “girmeye” çalışmaz; onun yerine, suskunluk alanları yaratır. Fazla açıklamak yerine, boşluklar bırakır.
Tek bir anlatıcıya yaslanmayan yapı, Nilgün Marmara’yı sabit bir kimliğe hapsetmez; onu parçalı, kırılgan ve çelişkili bir özne olarak sunar. Belgeselde yer alan tanıklıklar, kesinlik üretmez; aksine belirsizliği derinleştirir. Belgesel , burada hakikati temsil eden değil, onun etrafında dolaşan bir araçtır.
Tolga Oskar’ın Nilgün belgeseli, seyirciye şunu fısıldar: Bazı hayatlar anlatılamaz; ancak üzerinden geçilebilir. Ve belki de Nilgün Marmara’ya en çok yakışan anlatım biçimi budur.