COP30 Başkanı Ana Toni, zirveye çok az süre kala yaşanan belirsizlikler ve ilerlemenin yavaş olması nedeniyle kaygılı. Müzakereciler ise askeri ve ticaret savaşlarının dikkati dağıtması nedeniyle ülkelerin finansal ve çevresel taahhütlerine şüpheyle yaklaşıyor.
Önümüzdeki kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP30’un Başkanı Ana Toni, bu önemli zirveye dört ay kala yaşanan belirsizlikler nedeniyle endişeli.
Paris Anlaşması’nın 2015’te getirdiği yükümlülükler doğrultusunda, iklim felaketlerinin en kötü etkilerini önlemek amacıyla hazırlanmaları gereken planları şimdiye kadar sadece 200 ülkeden yalnızca 30’a yakını taslak haline getirdi.
Ancak aynı anda iklim krizi de giderek büyüyor. Son iki yılda, ilk kez, küresel kara sıcaklıkları sanayi öncesi seviyelere göre 1,5 derecenin üzerine çıktı. Bu sırada ABD Başkanı Donald Trump, Paris Anlaşması’ndan çekildi ve fosil yakıtları genişletmeye, karbon azaltma çabalarını ise ortadan kaldırmaya kararlı. Avrupa Birliği (AB) ise kendi planları üzerinde yoğun tartışmalarla boğuşuyor. Dünyanın en büyük seragazı salıcısı olan Çin’in de dünyayı çok daha fazla ısınmaya mahkum edecek kadar zayıf hedefler belirlemeyi düşündüğü söylentileri dolaşıyor.
Guardian’dan Fiona Harvey’e konuşan COP30 Başkanı ve saygın bir Brezilyalı ekonomist olan Ana Toni, “Şu bir gerçek ki, tanık olduğumuz askeri ve ticari savaşlar, fiziksel, ekonomik ve toplumsal olarak çok yıkıcı ve iklimle ilgili mücadeleden dikkati ve yönü saptırıyor. En büyük savaşımız iklim konusunda olmalı” dedi.
Bu arada iklim krizine karşı kırılgan ülkeler, askeri harcamalara verilen öncelik nedeniyle kendi kaygılarının göz ardı edileceğinden korkuyor. Küçük Ada Devletleri İttifakı (Allience of Small Island States – AOSIS) Danışmanı Michai Robertson da, “Savunmaya daha fazla harcamak, iklime daha az harcamak anlamına gelir” yorumunu yaptı.
Bonn Görüşmelerinden Müzakere Metinleri Çıkmadı
Ancak Belem için yanıtlanması gereken sorular görmezden gelinemez durumda. Dünya, küresel sıcaklıkları dengeleyebilmek için seragazı emisyonlarını yeterince ve yeterince hızlı azaltabilir mi? Yüzlerce ülkenin ortak bir yol haritası üzerinde anlaşmaya çalıştığı bir ortamda bu yerinde sayma durumu kaçınılmaz mı yoksa kasıtlı olarak engeller çıkaran daha karanlık güçler mi devrede? Yakın zamanda Bonn’da yapılan toplantı, daha fazla çözüm ve işbirliği yönünde bir katkı sağladı mı?
İklim krizinin etkileri hakkında konuşan AOSIS’in Baş Müzakerecisi Anna Rasmussen şunları söyledi: “Dünyanın dört bir yanında, ‘emsalsiz’ olan şey artık yeni normumuz haline geldi. Küçük ada devletlerinin ekonomileri, bizim neden olmadığımız felaketler yüzünden kilitlenmiş durumda. Daha bir yıl bile olmadı ki Karayipler, Atlantik’te şimdiye kadar kaydedilen en erken kategori 5 kasırga olan Beryl tarafından yerle bir edildi.”
Öte yandan 2015’te Paris Anlaşması imzalandığından bu yana küresel seragazı emisyonları artmaya devam etti. Atmosferdeki sıcaklıklar, birikmiş karbon miktarına bağlı olarak etkileniyor, bu yüzden atmosfere eklenen her 1 ton karbondioksit önem taşıyor. Bilim insanları artık mevcut karbondioksit salım seviyelerinde üretim yapılmaya sadece iki yıl daha devam edilebileceğini ve bu durumda 1,5 derece sınırının kalıcı olarak aşılmasının kesinleşeceğini hesapladı.
Ancak sıcaklıklar yükselmiş ve hava durumu rekorları alt üst olmuşken, müzakere salonları içindeki aciliyet hissi sanki soğumuş durumda. COP30 için zemin hazırlaması beklenen iki haftalık ön görüşmeler, kısa süre önce Bonn’da sona erdi. Görüşmeler, ülkeler bir gündem üzerinde anlaşamadığı için iki gün gecikmeli başladı ve önemli konular için net müzakere metinleri olmadan sona erdi.
İddialı Ulusal Katkı Planları Gerekiyor
İlerleme eksikliğinin bir kısmı kaçınılmaz. Zira ülkeler hem jeopolitik zorluklarla hem de yaklaşık 200 hükümeti aynı çizgiye getirme karmaşıklığıyla uğraşıyor. Ancak bazı müzakereciler Guardian’a yaptıkları açıklamada daha kasıtlı bir duraksama gördüklerini ifade ettiler. Söz konusu müzakereciler, genellikle fosil yakıt üreticisi olan bazı inatçı ülkeler ya da onların müttefikleri tarafından bilinçli olarak müzakere sürecine engeller çıkarıldığını iddia ettiler.
COP30 zirvesinin merkezinde, ülkelerin emisyonlara ilişkin ulusal planları olacak. “Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar” (NDC’ler) olarak bilinen bu planlar, Paris Anlaşması’nın temel taşını oluşturuyor. Bu belgeler, hükümetlerin önümüzdeki on yıl içinde emisyonları ne kadar azaltmayı hedeflediğini ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda bu hedeflere ulaşmak için enerji verimliliğinin artırılması ya da yenilenebilir enerjinin teşvik edilmesi gibi çeşitli sektörlerde ne tür önlemler alınabileceğini de belirtiyor.
NDC’ler hakkında konuşan Ana Toni şunları söyledi: “Gitmemiz gereken yerden gerçekten çok uzağız. Bu durum sadece NDC sayısı açısından değil, aynı zamanda onların ne kadar iddialı ve kaliteli olduğu konusunda da böyle. Ülkelerin yeni NDC’ler hazırlamamaları için hiçbir mazeret olduğunu düşünmüyorum. Hem hedeflerin iddialılığı hem de planların kalitesi açısından geliştirilmiş NDC’ler bekliyoruz.”
Çin’in Tavrı Merakla Bekleniyor
NDC’ler konusunda en yakından izlenecek ülke ise Çin olacak. Dünyanın en büyük seragazı salıcısı ve ikinci büyük ekonomisi olan Çin, aynı zamanda küresel yenilenebilir enerji sektörünün de lideri konumunda. Çin’in yeşil ekonomisi tüm beklentileri aşmış durumda. Şu anda elektrik üretiminin yaklaşık üçte biri temiz kaynaklardan sağlanıyor ve yenilenebilir enerji üretim kapasitesinin 2030’a kadar, 2022 seviyelerine kıyasla iki katına çıkması bekleniyor.
Ayrıca Çin, yenilenebilir enerji bileşenlerinin ve elektrikli araçların en büyük ihracatçısı. Bu nedenle, diğer ülkelerin emisyon hedeflerini sertleştirmelerinin, Çin’in lehine olabileceği düşünülüyor. Uzmanlar, Çin’in emisyonlarını 2035’e kadar kolaylıkla yarıya indirebileceğini ancak hükümetin yalnızca %10 civarında bir azaltım hedefi sunmayı değerlendirdiğini düşünüyor.
Bunun ise başlıca nedeni kömür. Mayıs 2024’te kömür, Çin elektrik üretimindeki payı açısından tarihin en düşük seviyesine inmiş olsa da bu yıl yeni kömürlü termik santralların onaylanmasında yaşanan artış ve madencilik yatırımları analistleri endişelendirdi.
Greenpeace Doğu Asya’dan Gao Yuhe ise şu yorumda bulundu: “Yenilenebilir enerji büyümesi devam ederse Çin bu yıl emisyonlarını zirveye ulaştırabilir. 2025, ülkenin enerji dönüşümünde kritik bir dönüm noktası. Mevcut kapasite, bugünkü en yüksek talebi karşılamaya zaten yeterli. Yeni bir büyük ölçekli kömür projesi dalgasını onaylamak ise aşırı kapasiteye, boşa harcanan yatırımlara ve daha yüksek geçiş maliyetlerine yol açma riski taşıyor. Bu da sonuçta daha temiz ve esnek bir enerji sistemi hedefini baltalayacaktır.”
AB ise 2040 yılı karbon hedefi konusunda yoğun ve gergin müzakerelere kilitlenmiş durumda. 1990 seviyelerine kıyasla en az %90’lık bir karbon kesintisini içermesi beklenen bu hedef, şimdiye kadar sunulmuş en iddialı hedef olacak gibi görünüyor. Ancak bu kesintinin ne kadarının diğer ülkelerle karbon kredisi ticareti yoluyla karşılanabileceği konusunda hararetli tartışmalar yaşanıyor. 2040 hedefi belirlendikten sonra, bu hedefin Paris Anlaşması kapsamındaki mevcut taahhüt döneminin sona erdiği tarih olan 2035’e uyarlanması gerekiyor. Ayrıca, bu hedefle uyumlu politikaların ayrıntılarıyla birlikte, eylül ayında tam anlamıyla bir “Ulusal Katkı Beyanı” (NDC) olarak yayımlanması şart.
Hindistan gibi büyük gelişmekte olan ekonomiler de dahil olmak üzere bazı ülkeler hâlâ kendi planlarını sunmuş değil. Hindistan’daki önde gelen düşünce kuruluşlarından Enerji, Çevre ve Su Konseyi’nin CEO’su ve aynı zamanda Brezilya’nın COP30 hedeflerini desteklemek üzere seçtiği özel elçilerden biri olan Arunabha Ghosh, “Şu anda herkes birbirini izliyor ve bekliyor” yorumunu yaptı.
İklim Finansmanı Ne Olacak?
Bazı ülkeler ise NDC’lerini sunmuş durumda. Birleşik Krallık’ın planı, 2035 yılına kadar 1990 seviyelerine göre %81 emisyon kesintisi hedefiyle, oldukça iddialı olarak değerlendiriliyor. Ancak Kanada ve Japonya’nın çabaları, ülkelerin emisyon azaltım seviyelerini izleyen Climate Action Tracker tarafından “yetersiz” bulundu.
Bir diğer sorun ise şu ana kadar 2035 veya 2040’a dayalı sunulan hiçbir NDC’nin, ülkelerin mevcut kısa vadeli hedeflerinde bir revizyon içermemesi. 2021 yılında Glasgow’daki COP26 zirvesinde belirlenen mevcut NDC’ler, dünyayı 1,5 derece sınırında tutmak için yetersiz. Halbuki Glasgow’da ülkeler, Paris Anlaşması’nda belirtilen beş yılda bir güncelleme sisteminden daha sık hedef revizyonuna olanak tanıyan bir “kademeli artırma” mekanizması konusunda anlaşmaya varmışlardı.
İklim politikaları ve küresel sürdürülebilirlik üzerine çalışan, bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir araştırma kuruluşu olan NewClimate Institute’tan Niklas Höhne’ye göre, hayal kırıklığı yaratan bir şekilde, hiçbir ülke bu fırsattan yararlanmadı.
Geçen yılki Taraflar Konferansı, büyük ölçüde finansman konusuna odaklanmıştı ve bu yıl da finans önemli bir rol oynamaya devam edecek. Gelişmekte olan ülkelerin, hem emisyonlarını azaltmak hem de aşırı hava olaylarının etkileriyle başa çıkmak için zengin ülkelerin desteğine ihtiyacı var. COP29’da, 2035 yılına kadar yıllık 1,3 trilyon dolarlık iklim finansmanı sözü verilirken bunun 300 milyar dolarlık kısmının gelişmiş ülkelerden kamu finansmanı yoluyla sağlanması planlanıyor.
Ancak ABD’nin iklim finansmanı ve diğer dış yardım biçimlerinden çekilmesiyle birlikte bu rakamlara ulaşmak artık daha zor olacak. Yoksul ülkeler, bu finansal akışların nasıl sağlanacağına dair somut planlar görmek istiyor ve Brezilya, geçen yılın ev sahibi Azerbaycan ile birlikte “Bakü’den Belém’e Yol Haritası” üzerinde çalışıyor. Söz konusu haritanın ekim ayında yayımlanması bekleniyor.
Azerbaycan’ın geçen yıl Bakü’de düzenlenen COP29’daki Baş Müzakerecisi Yalçın Rafiyev, özellikle kamu kaynaklı kalkınma bankalarından gelen katkıların çok yetersiz olduğunu belirterek geçen yıl verilen mali taahhütlerin yerine getirilmesi konusunda yeterince çaba gösterilmediği uyarısında bulundu.
Panama’nın Baş Müzakerecisi Juan Carlos Monterrey Gómez ise finans konusunda kayda değer ilerleme sağlanmasının kritik olduğunu belirterek şunları söyledi: “Gelişmekte olan ülkelere yönelik finans açığını kapatacak yol haritasını tanımlamamız gerekiyor. Çünkü bu sorunu çözmezsek, bu açığı kapatmazsak, bu kaynakları sağlamazsak, gelişmekte olan ülkelerden Paris Anlaşması hedeflerini yerine getirmelerini bekleyemeyiz. Her şey paraya bağlı.”
Fosil Yakıtlar COP30 Ajandasında Yeterince Yer Almıyor
Brezilya’nın COP30 ajandasında ise birçok aktivistin hâlâ en temel mesele olarak gördüğü konuya, yani fosil yakıtlara pek yer ayrılmış değil. COP28’de, Dubai’de, ülkeler fosil yakıtlardan “uzaklaşma” yönünde tarihi bir taahhütte bulunmuşlardı. COP29’da bu taahhüdün zaman çizelgesi ve uygulanmasına dair ayrıntıların netleştirilmesi amaçlandı. Ancak Suudi Arabistan gibi petrol zengini ülkelerin muhalefeti nedeniyle bu çabalar engellendi.
Aktivistler, bu taahhüdün COP30’da yeniden gündeme getirilmesini, detaylandırılmasını ve ülkeler tarafından imzalanacak somut bir plana dönüştürülmesini umuyordu. Ancak Brezilya, bu tartışmayı yeniden açma konusunda isteksiz görünüyor ve bu tür kararların geçmişte alındığı haliyle kabul edilmesini tercih ediyor. Hatta COP zirvelerinde genellikle alınan kararların özetini içeren “kapsayıcı sonuç metni” fikrine bile mesafeli yaklaştığı bildiriliyor. Brezilya’daki sivil toplum gruplarının oluşturduğu Observatorio do Clima ağından Stela Herschmann, “Bu konuyu çeşitli platformlarda tartışmaya açmaya çalıştık ama her seferinde bir şekilde gündemden çıkarılıyor. Sanki kimse bizi istemiyor” dedi.
Bonn’daki iki haftalık ön görüşmelerde yaşanan hayal kırıklıklarına rağmen, Brezilya’nın ev sahibi ülke olarak gördüğü olumlu yaklaşım dikkat çekiciydi. Brezilya başkanlığı, 2015’te Paris Anlaşması’ndan bu yana görev yapmış önceki COP başkanlarından oluşan bir “çember”, dünyanın dört bir yanından maliye bakanlarını içeren başka bir “çember” ve bir grup ekonomist ile birlikte çalışıyor.
COP30’da yerli halklar da kilit bir rol oynayacak. Bu toplulukların endişelerini yansıtacak olan “küresel etik değerlendirme” sürecine Brezilya Çevre Bakanı Marina Silva ve İrlanda’nın eski cumhurbaşkanı ve tanınmış iklim aktivisti Mary Robinson gibi isimler dahil olacak. Brezilya ayrıca, önceki COP zirvelerinde başlatılmış girişimlerin takibini yapacak ve iklim krizine ilişkin gıda ve tarım, ormancılık ve doğa, su, okyanuslar, sosyal adalet ve eşitlik gibi kilit konuları öne çıkaracak bir “eylem ajandası” da belirledi.
Ancak COP30’un en önemli ve somut gündem maddesi olan ulusal katkı beyanlarının Brezilya’nın kontrolünde olmaması ironik olarak değerlendiriliyor. Konu hakkında değerlendirmelerde bulunan Ana Toni şöyle dedi: “NDC’leri COP’larda müzakere etmiyoruz. Bunlar ulusal olarak belirlenmiş planlar, yani COP30’da elimizde olan, ülkelerin çoktan almış olduğu ulusal kararların raporu olacak. Ve evet, bu zaman zaman hayal kırıklığı yaratabilir. Ortaya iyi bir tablo da çıkabilir, çok kötü bir tablo da. Göreceğiz. Ama her şeyden çok bu, ulusal siyasetin bir yansıması olacak. Biz COP30’un resmi başkanıyız ama bu kolektif bir sorumluluk.”