İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bilim insanlarının liderlik ettiği yeni bir çalışma, 6 Şubat depremlerinden 36 gün sonra yaşanan, bölgeyi etkisi altına alarak 12 kişinin yaşamını yitirmesine sebep olan atmosferik nehir kaynaklı şiddetli yağışların heyelan sayılarındaki artışa olan etkilerini ortaya koyuyor. Atmosferik nehir kaynaklı ekstrem yağışların, iklim değişikliği nedeniyle şiddetlendiği uyarısında bulunan uzmanlar, çoklu afetlerin yönetim biçimlerinde mevcut teknolojilerden de yararlanılarak güncellemeler yapılması gerektiğini belirtiyor ve mevcut acil durum politikalarının, bilimsel çalışmalar ışığında gözden geçirilmesi çağrısında bulunuyor. Bilimin, afet yönetimine tamamen entegre edilmesi gerektiğini savunan bilim insanları, afetleri gerçekleşmeden öngörebilmek için ise uzun süreli ve güvenilir veriye erişimin önemine dikkat çekiyor.
YAZI: Dr. Bikem Ekberzade
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bir grup bilim insanının liderlik ettiği yeni bir çalışma, 6 Şubat 2023’te yaşanan depremlerden ve takip eden heyelanlardan kaynaklanan yıkımın, güçlü bir ‘‘atmosferik nehir’’ olayı nedeniyle şiddetlendiğini ortaya koyuyor.
Dar bir kanal içerisinde su buharı ve ısı taşıyan ve geçici hava akımları olarak tarif edilen atmosferik nehirlerin şiddeti, iklim değişikliği nedeniyle artıyor. Yağış rejimlerini etkileyerek sıcaklık dalgalanmalarını, geçiş noktalarında yüklendikleri enerji ile de fırtınaları besleyebilen, ayrıca orta enlemlerde sel ve heyelan gibi aşırı hava olayları tetikleyebilen atmosferik nehirler, dünyanın birçok noktasında olduğu gibi Ortadoğu’da da etkilerini gösteriyor.
Atmosferik nehir kaynaklı ekstrem yağışların, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyayı nasıl etkilediğine dair çalışmalar, henüz yeterli seviyede değil. Buna karşın bilim insanları, hidro klimatik değişikliklerin etkili olduğu çoklu afetlerle giderek daha fazla karşı karşıya kalınacağını vurguluyor. Bu afetleri önceden kestirebilecek modeller geliştirilebilmesi ve doğru analizlerin yapılabilmesi için de sürekli ve güvenilir gözlem verisine erişebilmek önem taşıyor. Ayrıca ikincil tehlikelere hazırlıklı olabilmek için bilimin, afet yönetimine tamamen entegre edilmesi gerektiğine de dikkat çekiliyor.
Depremler, Heyelanlar ve Atmosferik Nehir bir Araya Geldi
Deprem, fırtına ve sel gibi doğal afetler, büyük yıkıma yol açabiliyor. Birden fazla afetin birlikte ya da birbirlerinden beslenerek ya da birbirlerini tetikleyerek gerçekleştiği durumlarda ise bu yıkım, öngörülmesi zor şekillerde katlanıyor. Communications, Earth & Environment dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmaya göre; 6 Şubat 2023’te Doğu Anadolu Fay Hattında gerçekleşen ve bölgede sayısız heyelanı tetikleyen depremlerden 36 gün sonra yaşanan ve 20 saat gibi kısa bir sürede bölgeye 183 mm yağış bırakan atmosferik nehir de, böyle bir sonuç doğurdu.
Depremlerin ardından gerçekleşen moloz akmaları ve heyelanlar sonrasında özellikle nehir yataklarında yığılmalar meydana geldi. Suyun blokajları aşamadığı yerlerde sel baskınları görüldü. Bu durum, artan sıcaklıklar nedeniyle karların erimesiyle ve depremden sonra yaşanan atmosferik nehir ile birleşince, zaten kırılgan olan bölge, ikincil bir afet ile karşı karşıya kalmış oldu. Moloz akmalarının akarsu yataklarına yakın evleri vurması sonucu dört kişi, atmosferik nehir olayı nedeniyle de toplam 12 kişi yaşamını yitirdi.
6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerin ilki; Türkiye tarihinde kaydedilmiş en şiddetli deprem olan 1938 Erzincan depremi ile kıyaslanabilir ölçüdeydi. Ancak atmosferik nehir olayının böyle şiddetli ve geniş bir alanı etkisi altına alan bir depremden kısa zaman sonra gerçekleşmesi, yaşanan felaketin boyutunu etkileyen en önemli etmendi.
Atmosferik Nehir Kaynaklı Ekstrem Yağışlar Artıyor
Makalenin yazarlarından İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Lütfi Şen, yüksek enerjili atmosferik nehirlerin tehlike oluşturma potansiyellerinin, yeni ve araştırmaya açık bir konu olduğuna dikkat çekiyor. Bu konu üzerinde uzmanlaşan ve makalenin de yazarları arasında bulunan Şili Valparaíso Üniversitesi’nden Doç. Dr. Deniz Bozkurt ise son yıllarda atmosferik nehir kaynaklı yağışların sayısının, özellikle Ortadoğu ve kuzey Mezopotamya’da arttığını belirtiyor.
Ancak bu sistemlerin, özellikle Kızıl Deniz’den beslenerek Zagros ve Toros dağlarındaki yağışları nasıl etkilediğine yönelik çalışmalar, henüz yeterli seviyede değil. Atmosferik nehirler, dünyada artan sayıda çalışmaya konu olsa da, özellikle Yakın Doğu ve Akdeniz bölgelerinde yapılan çok fazla araştırma yok.
Çoklu Afetlerin Sayısında Artış Olacak
Depremlerin tetiklediği heyelanlar konusunda uzman olan ve bahse konu çalışmayı yürüten İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Tolga Görüm, 6 Şubat depremlerinden sonra gerçekleşen atmosferik nehir olayının, deprem sonrası gerçekleşen heyelanların sayılarına, tiplerine ve meydana gelen yıkıma etkilerinin büyüklüğü anlamında bir ilk olduğunu belirtiyor. Görüm’e göre, içinde bulunduğumuz insan kaynaklı iklim değişikliği sürecinde, bu tarz çoklu afetlerin sayısında artış yaşanacak.
“Belirsizliğin yüksek olduğu bir döneme giriyoruz. Tasarladığımız modeller, bu belirsizliği bir ölçüde çözümleyebiliyor, ancak dinamik sistemlerle karşı karşıyayız ve tetikleme mekanizmaları karmaşıklaştıkça, modellerimiz de sınırlı kalıyor” diyen Görüm, bu zorluğun üstesinden gelebilmek ve riskleri, afet meydana gelmeden önce öngörebilmek için sürekli ve açık gözlem verisinin büyük önem kazandığına dikkat çekiyor. “Elimizde ne kadar uzun süreli, güvenilir ve yerel ölçeği yansıtabilecek çözünürlüğe sahip veri olursa, belirsizlikleri modellerimize yansıtmak ve çözümlemek de o kadar mümkün oluyor.”
Tedbirler Tüm Riskler Belirlenerek Alınmalı
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) yönetim kurulunda da aktif görev alan Prof. Dr. Görüm’e göre, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge dinamiklerinin iyi çözümlenebildiği ve risklerin etkin bir şekilde bilimsel olarak değerlendirildiği acil durum mekanizmalarının güçlendirilmesi kritik önem taşıyor. Nitekim, iklim değişikliği ile birlikte çoklu afetler gibi kompleks tehlikelerin hem sıklığı hem de şiddetinde artış görülmesi, bilim insanlarınca beklenen bir durum. Dolayısıyla bu tehlikelerin öngörülebilmesi ve müdahale yaklaşımlarında gerekli güncellenmeler ve güçlendirilmeler yapılabilmesi için bilimdeki gelişmelerden faydalanılması gerekiyor.
Görüm, 6 Şubat sonrası yaşananlar gibi ardışık ve çoklu afetlere müdahalenin, çok yönlü bir yaklaşımı gerektirdiğine dikkat çekiyor: Bölge nezdinde bulunan tüm risklerin önceden belirlenmesi ve önlemlerin, bu risklerin farkındalığında alınması gerekiyor. Güvenli alanların belirlenmesi; temiz içme suyu kaynaklarının korunması; gıdaya, acil yardım ve sağlık ekipmanlarına erişimin sürekliliğinin sağlanması gibi tedbirler, risklerin belirlenmesiyle birlikte eşgüdümlü ve multidisipliner bir yaklaşımla alınabilmeli.
Afet Sonrasında Bilim İnsanları da Alanda Olmalı
“Stabilitesini yitirmiş, duraysız yamaçların, bilimsel yöntemlerle önceden tespit edilmesi mümkün. Biz bununun tespitini etkin bir şekilde yapabiliyoruz” diyen Prof. Dr. Görüm’e göre, afet sonrasında alana, kurtarma ekiplerinin yanı sıra bilim insanlarının da intikal edebilmesi çok önemli. Bu sayede, “uzman bilim insanlarının hızlıca yapacakları gözlem ve analizlerle, kritik alanların tespiti ve güvenli alanların oluşturulması efektif bir şekilde sağlanabilir.”
Halihazırda bu uygulama belirli bir kapasitede yapılıyor olsa da Prof. Dr. Görüm, bilimin, afet yönetimine tamamen entegre edilmesi gerektiğini savunuyor ve ekliyor: “Bilimin afet yönetimine tamamıyla entegre edilmesi olası ikincil tehlikelere karşı hazırlıklı olmamızı ve can kayıplarını minimize edecek yaklaşımları benimsememizi sağlayacaktır.”