Türkiye; enerji yatırımlarını hızlandırmak amacıyla, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED), imar ve ruhsat, orman izin ve acele kamulaştırma süreçlerinin hızlandırılması ve “basitleştirilmesi” için ‘süper izin’ mekanizmasını uygulamaya koyacak. Bir yandan ‘süper izin’ doğanın ve mülklerin daha şiddetli sömürüsüne yol açacağı tartışılırken bir yandan da Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Başkan Vekili Hakan Ürün’ün maden sektörüne yönelik yaptığı değerlendirmeler bu tartışmaları daha da körükledi. Ürün, “Tabii Kaynaklar Bakanlığı Kurulmalıdır” başlığı ve dünyada maden savaşlarının yaşandığı, küresel rekabet ve stratejik politikaların madenlerin bulunduğu bölgeyi “kontrol altına almak” üzerine kurulu olduğu ifadeleriyle yaptığı açıklamada çarpıcı taleplerde bulundu. Enerji ve tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ayrılması, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın orman kısmının Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlanması, böylece “kaynakların” bütüncül değerlendirilmesini talep eden EBSO temsilcisi, Maden Platformu olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile yaptıkları görüşmeden de bilgiler verdi.
Yılmaz’a Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı”na dair görüşlerini aktaran Maden Platformu, Zeytin Kanunu, çevresel sorunlar, maden ruhsat işlemleri gibi sektörü ilgilendiren konularda ve ilgili mevzuat değişimlerinde sektör temsilcileri ile istişare edilmesi gerektiğini ilettiklerini açıkladı. Yaşanan gelişmelere ve bu açıklamalara sert eleştirilerde bulunan yaşam savunucuları, “Söz konusu değişiklik talepleri ve uygulamalarla savaş olmadan işgal prosedürlerinin işletiyorlar” ifadelerini kullandı. “İşgal altında olduğumuz, kaynaklarımızın emperyalist güçlerce sömürüldüğü döneme bizleri geri götürmek istiyorlar” diyen Ekoloji Birliği eski eş sözcülerinden ve Marmaris Kent Politikaları Derneği Kurucu Üyesi Halime Şaman, “100 yıllık başarı öyküsünü bir kalemde silmek istiyorlar. Bu değişiklikle yapılmak istenen bu toprakların ve bu topraklardaki hayatın idam fermanıdır” dedi. Ege Çevre ve Kültür Derneği (EGEÇEP) Eş Sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı ise, “Ormanları bir kaynak olarak görüp Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlama düşüncesi ormanları katletme fermanından ibarettir” diyerek EBSO üyelerine seslendi.
“ORMANLARI KATLETME FERMANI”
EBSO üyelerinin öncelikle “doğal varlık” ile “doğal kaynak” ayrımını bilmeleri gerektiğini ifade eden Cangı, “Onlara göre tüm doğal varlıklar kaynak olarak değerlendiriliyor. Kaynak da kapitalist sistemin sermayesini oluşturması için var” diyor. Ancak Cangı, özellikle ormanların gerek iklim krizinin önlenmesi için önemli yutak alanlar olduğunu gerekse de ekosistemin oluşması, yaşamın kurulması ve yaşam döngüsünün devamı açısından zorunlu olan varlıklar olduğunu vurguluyor. Cangı, “Ormanları bir kaynak olarak görüp Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlama düşüncesi ormanları katletme fermanından ibarettir” diyor.
“TÜRKİYE MADEN OCAĞI HALİNE GELECEK”
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ayrılması talebinin de düşündürücü olduğunu vurgulayan Av. Cangı, “Zira bugün Türkiye’de madencilik mevzuatı neredeyse tüm çevre ve halk sağlığını koruma mevzuatının üzerinde değerlendirilmekte. Madencilerin sürekli olarak istediği izin tereddütsüz verilmektedir” diye belirtiyor. Konuyla ilgili yürütülen yargısal süreçlerde 2009/7 sayılı genelgeye, yüksek bilirkişi ücretlerine ve bilirkişilerin yanlış değerlendirmelerine değinen Cangı, “Ne yazık ki bu süreçler madenciler lehine sonuçlanmaktadır. Böyle giderse Türkiye coğrafyası, yaşamın tükendiği bir maden ocağı haline gelecek” ifadelerini kullanıyor.
“DOĞANIN KANUNLARI İZİN VERMEZ”
“Her türlü izni çok hızlı bir şekilde alma niyetindeler” diyen Av. Arif Ali Cangı, “Buna Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve imzalamış olduğu uluslararası koruma sözleşmeleri ve doğanın kanunları izin vermez” diye vurguluyor.
“Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın ayrılarak Tabii Kaynaklar Bakanlığı kurulması düşünülüyorsa, öncelikle bakanlığın adının ‘tabii kaynak’ değil ‘tabii/doğal varlıkların korunması’ bakanlığı olması gerekiyor” diyen Cangı, dünyanın içinde bulunduğu iklim krizi ve ekolojik yıkımların, yaşamın korunması için bunu zorunlu kıldığını ifade ediyor.
EBSO ÜYELERİNE ÇAĞRI
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ayrılması önerisine katıldıklarını ancak Orman Bakanlığı’nın ayrı örgütlenmesi ve öncelikli amacının ormanları korumak olması gerektiğini vurgulayan Cangı, “Çevre Kanunu ve Zeytinciliğin Korunmasına Dair Kanun her ne kadar çok büyük aşınmalara uğramış olsa da sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının ve gıda güvenliğinin güvencesidir. Bu kanunlarla daha fazla oynanmamalıdır” diyor. “Madencilerin istedikleri her izin talebi kesintisiz ve zaman geçirilmeden yerine getirilmektedir” diyen Cangı, ‘süper izin’ mekanizmasının anlaşılabilir olmadığını vurguluyor. Cangı son olarak EBSO üyelerine seslenerek, “EBSO üyelerini bugünkü ve gelecek kuşakları, yani çocuklarının, torunlarının sağlıklı bir dünyada yaşamalarını sağlama yükümlülüklerini hatırlatmak istiyorum” diyor.
“KAMUCU ANLAYIŞTAN METALAŞTIRICI ANLAYIŞA”
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tarihsel sürecine değinen Marmaris Kent Politikaları Derneği Kurucu Üyesi Halime Şaman, Osmanlı’da orman ve tarım işlerinin 1846 yılında kurulan Ziraat Nezareti’nin alanında olduğunu, birçok kez ismi değişen bakanlığın 1911 yılına kadar da Orman ve Maadin (Maden) ve Ziraat nezareti ismiyle kaldığını hatırlatıyor.
2 Mayıs 1920 tarihinde tarım ve orman işlerinin İktisat Vekâletine bağlandığına değinen ancak Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 6 Mart 1924’te Ziraat Vekaletine bağlanmasını değerlendiren Şaman, “Bu çok köklü bir değişiklik” diyor. Şaman, “Cumhuriyetin ilk ele aldığı meselelerden biri tam da bugün yapılmak istenene karşı, var olan doğal varlıkların kamucu, koruyucu bir anlayışla ele alınması. 2 Mayıs 1920’deki tüketici, istilacı, metalaştıran bakış açısı, 1924’te kamucu ve koruyucu bir anlayışa dönüştürülüyor” diye vurguluyor. Günümüzde ise maden ve enerji şirketlerinin taleplerini, “süper izin” döneminin uygulamaya koyulma çabasını, EBSO ve benzeri kurumların açıklamalarını değerlendiren Şaman, “Yapılmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin ormanlar ve madenler üzerindeki koruyucu iradesini tüketici, metalaştırıcı bir anlayışa dönüştürmek. Bu o kadar önemli bir durum” diyor.
“SAVAŞSIZ İŞGAL!”
“Günümüzde komşu ülkelerde bir istila, işgal, kaos dönemi yaşatılıyor. O halde bu değişiklik talebinde biz de işgal edildik mi edilmedik mi?” diye soran Şaman, “Nasıl oraları işgal edip tüm maden kaynaklarını emperyalist sistemin hizmetine sunuyorlarsa söz konusu değişiklik talepleri ve uygulamalarla işgal etmeden aslında işgal prosedürlerini işletiyorlar” ifadelerini kullanıyor. Şaman maden ve enerji şirketlerine, “Eğer orman ve madenleri bir sahiplik ilişkisine sıkıştırıyorsanız, onlara sahip olmak istiyorsanız, o zaman bize de şu soruyu sorma hakkını verirsiniz: Peki sizin sahibiniz kim?” diyerek sert eleştirilerde bulunuyor.
“BU TOPRAKLARIN İDAM FERMANI”
Türkiye’de son yıllarda hızla artan maden ve enerji şirketlerinin faaliyetleriyle ilgili eleştirilerine devam eden Şaman, “Bu durum Harry Potter’daki ruh emicilere benziyor. Tıpkı ruh emiciler gibi, bir habitatın, bir ekosistemin bütün yaşam kaynaklarını emme ve geride bir posa bırakmak. Bunun da biz ne anlama geldiğini ülkemizdeki maden alanlarını gezdiğimizde görüyoruz. Arkalarında nasıl bir yok oluş, nasıl bir ölüm bıraktıklarını görüyoruz” diyor. Şaman sözlerini şöyle tamamlıyor: “İşgal altında olduğumuz, kaynaklarımızın emperyalist güçlerce sömürüldüğü döneme bizleri geri götürmek istiyorlar. 100 yıllık başarı öyküsünü bir kalemde silmek istiyorlar. Bu değişiklikle yapılmak istenen bu toprakların ve bu topraklardaki hayatın idam fermanıdır.”
Kaynak: Aslı Solmaz / YeniGün