1. Haberler
  2. Türkiye Gündemi
  3. Çin nasıl yaptı, hikayenin sırrı ne, dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor?

Çin nasıl yaptı, hikayenin sırrı ne, dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son 50 yılın en büyük hikayesi Çin’dir. Başka bazı ülkeler de önemli başarılar gösterdiler. Güney Kore mesela… Ama hiç birisinin hikayesi Çin’in hikayesine yaklaşamaz. ABD, küresel patronluğunu sarsan Çin’i durdurmak için harekete geçmiş durumda. Bir yanda teknolojinin, yapay zekanın akla zarar gelişmesi var, bir yandan da küresel patronluk savaşı… Gelecek bazı açılardan aydınlık, bazı açılardan değil. Anahtar konulardan biri Çin’i anlamaktır. Prof. Dr. Ceyhun Elgin ile bunu konuştuk.

***

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhun Elgin, bir süredir Çin ekonomisi üzerinde çalışıyor. Yakında bir akademik makalesi de çıkacak. Öncesinde YouTube’da Çin ile ilgili 8-10 bölümlük bir seri hazırladı. “Kızıl Ejderha’nın Yolu: Çin Ekonomisi” isimli ilk bölümü yayımlandı. Bu bölümde Mao’dan Deng’e ekonomik devrimler ve pragmatik dönüşümün hikâyesi anlatılıyor.

Trump’la birlikte küresel ekonomi yeni bir konjonktüre girdi. Yeni sürecin iki baş aktöründen biri Çin. Dolayısıyla önümüzdeki gelişmeleri aşağı yukarı kestirmenin yolu, öncelikle, Elgin Hoca’nın dediği gibi “Kızıl Ejderha’nın Yolu”nu, amacını ve dahası kapasitesini anlamaktan geçiyor. Ayrıca Çin, sanki ne kadar çok anlatılırsa anlatılsın hala tam anlaşılamamış gibi duran bir büyük hikâye… Şaşırtmaya devam ediyor. Bu röportajı yazarken gelen bir veri: “Yapay zeka patentlerinin yaklaşık %70’ini Çinliler almış; ABD %20’sini ve Avrupa sadece %3’ünü almış.” Veriyi paylaşan Prof. Dr. Ensar Yılmaz, “Geri dönülmesi zor süreç bu, iktisadi coğrafya değişiyor” notu düşmüş. Neler oluyor? Çin nereye gidiyor? Dünya nereye gidiyor? Ceyhun Elgin hocanın anlattıkları şöyle:

Hocam, Çin nasıl tanımlanabilir, “devlet kapitalizmi” diyebilir miyiz?

Çin’in ekonomik sistemini tek bir etiketle tanımlamak oldukça zor. Resmi söylemde “Çin karakterli sosyalizm” veya “sosyalist piyasa ekonomisi” olarak adlandırılsa da sistemin gerçek işleyişi daha karmaşık. Çin’in mevcut ekonomik yapısı için “devlet kapitalizmi” tanımı en uygun kavramsallaştırmalardan biri. Bu modelde temel özellikler şunlar: Ekonominin stratejik sektörleri (bankacılık, enerji, telekomünikasyon, savunma sanayi) büyük ölçüde devlet mülkiyetinde ve kontrolünde bulunuyor. Özel sektör ekonominin önemli bir bölümünü oluşturuyor (GSYİH’nin yaklaşık %60’ı, istihdamın %80’inden fazlası) Kâr motifi, piyasa rekabeti ve fiyat mekanizmaları ekonominin işleyişinde merkezi rol oynuyor. Tüm bunlara rağmen, devlet ekonomiye stratejik yönlendirme yapıyor, beş yıllık planlar hazırlıyor ve gerektiğinde doğrudan müdahale edebiliyor.

Ancak “devlet kapitalizmi + sosyalist ekonomi” şeklinde ikili bir yapıdan söz etmek yanıltıcı olabilir. Bugünkü Çin’de klasik sosyalist ekonominin temel özelliklerinden çoğu (işçi kontrolü, eşitlikçi gelir dağılımı, kapsamlı merkezi planlama) mevcut değil. Daha ziyade, kapitalist dinamiklerin devlet kontrolü ve yönlendirmesiyle harmanlandığı bir sistem görüyoruz.

Xi Jinping döneminde öne çıkan Ortak Refah (Common Prosperity) söylemi, gelir eşitsizliğini azaltma ve sosyal adalet endişelerini merkeze alma çabasını gösteriyor. Bu, kapitalist birikimin yarattığı eşitsizliklere karşı bir tür düzeltici hareket olarak değerlendirilebilir ancak sosyalist bir dönüşümden ziyade kapitalizmin aşırılıklarını törpüleme girişimi olarak görünüyor.

Tarihsel olarak baktığımızda, Çin ekonomisi bir tür “devlet-piyasa sürekliliği” (state-market continuum) üzerinde hareket ediyor: Kimi dönemler devlet kontrolü artıyor, kimi dönemler piyasa mekanizmalarına daha fazla alan açılıyor. Son yıllarda, özellikle Xi Jinping liderliğinde, devlet kontrolünün tekrar arttığını gözlemliyoruz.

Çin’in benzersiz büyümesini bağlayan mekanizmanın unsurları nelerdir?

Çin’in 40 yılı aşkın sürede yıllık ortalama %9 civarında büyümesi, gerçekten de tarihte eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik başarı hikayesi. Bu büyümeyi mümkün kılan mekanizmanın temel unsurları şunlar:

Pragmatik ve Kademeli Reform Stratejisi: Deng Xiaoping’in “nehri taşları hissederek geçmek” olarak ifade ettiği kademeli reform yaklaşımı, ani şoklar yaratmadan ekonomiyi dönüştürdü. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Rusya’da uygulanan şok terapisinin aksine, Çin reformları aşamalı biçimde gerçekleştirdi, başarılı olan pilot uygulamaları yaygınlaştırdı.

İstikrarlı Politik Liderlik ve Güçlü Devlet Kapasitesi: Tek parti yönetimi, uzun vadeli stratejik planlamayı ve bu planların kararlı biçimde uygulanmasını mümkün kıldı. Liyakat esaslı bürokrasi, politikaların etkin uygulanmasını sağladı.

Emeğin Büyük Ölçekli Mobilizasyonu: Kırsal alanlardan kentlere göç eden yaklaşık 300 milyon kişi, düşük maliyetli, disiplinli bir işgücü oluşturdu. Dünya’nın fabrikası rolü, bu devasa işgücü havuzuna dayanıyordu.

Yüksek Tasarruf ve Yatırım Oranları: Çin’in tasarruf oranı GSYİH’nin %40-50’sine ulaştı. Bu yüksek tasarruflar, masif altyapı yatırımlarını ve endüstriyel kapasite genişlemesini finanse etti.

Teknoloji Transferi ve Absorpsiyonu: Çin, yabancı yatırımları çekme, ortak girişimler kurma, teknoloji transferi yapma ve bu teknolojiyi yerel koşullara adapte etme konusunda son derece başarılı oldu. Başlangıçta taklit eden Çin, zamanla kendi inovasyon kapasitesini geliştirdi.

Stratejik Sektörlerde Devlet Kontrolü: Bankacılık, enerji, telekomünikasyon gibi temel sektörlerde devlet kontrolü, sermayenin stratejik yönlendirilmesini sağladı. Devlet bankaları, politik önceliklere göre kredi tahsis edebildi.

Dış Piyasalara Entegrasyon: Çin, dış ticaret ve yabancı sermaye konusunda pragmatik bir açılım stratejisi izledi. Özel Ekonomik Bölgeler kurarak, adım adım küresel ekonomiye entegre oldu. 2001’de DTÖ’ye üyelik, bu süreci hızlandırdı.

Önce Tarım Stratejisi: Reform süreci, tarımla başladı. Hane sorumluluğu sistemi köylülere toprak kullanım hakları ve üretim kararları verdi. Tarımsal üretimde hızlı artış, gıda güvenliğini sağladı ve sanayileşme için sermaye birikimine katkıda bulundu.

Pragmatik Ekonomi Politikaları: Çin, ideolojik dogmaları bir kenara bırakarak işe yarayan politikaları benimsedi. Deng’in “kedinin siyah mı beyaz mı olması önemli değil, yeter ki fareyi yakalasın” (burada kedi Çin, fare de herhalde Batı dünyası ya da ABD oluyor) sözü bu pragmatik yaklaşımı özetliyor.

Devasa İç Pazar Avantajı: 1.4 milyar nüfusun oluşturduğu potansiyel iç pazar hem ölçek ekonomilerinden faydalanmayı hem de dış şoklara karşı tampon oluşturmayı sağladı.

Bu unsurların karmaşık etkileşiminin, Çin’in benzersiz büyüme hikayesini mümkün kıldığına inanıyorum. Ancak bu büyümenin ciddi maliyetleri de oldu: artan eşitsizlik, çevresel tahribat, işçi hakları ihlalleri ve siyasi özgürlüklerin kısıtlanması. Çin’in günümüzde karşı karşıya olduğu temel zorluklardan biri, bu hızlı büyüme modelinden daha sürdürülebilir, adil ve ekolojik bir ekonomik modele geçiş yapabilmek.

Bu durumda kalkınmasının sırrı, ekonomik liberalleşme devam ederken siyasi liberalleşmenin önünün kesilmesi olabilir mi?

1989 Tiananmen Olayları, Çin’in gelişim yolunda kritik bir dönüm noktasıydı. Bu olayların ardından parti liderliği, ekonomik liberalleşme ile siyasi liberalleşmeyi keskin biçimde ayırma stratejisini benimsedi. Bu görünüşte çelişkili yapı, belirli açılardan Çin’in hızlı kalkınmasına katkıda bulundu:

Öncelikle siyasi istikrar ve öngörülebilirlik, yatırımcılara güven verdi. Demokratik sistemlerdeki seçim döngüleri ve politika değişimleri yerine, Çin uzun vadeli ekonomik stratejiler uygulamayı başardı. Beş yıllık planlar ve stratejik endüstriyel politikalar tutarlı biçimde uygulanabildi.

İkinci olarak, devlet ekonomik kalkınma için kaynakları hızla mobilize edebildi. Altyapı projeleri, kentsel dönüşüm, endüstriyel politikalar demokratik süreçlerin yavaşlığına takılmadan uygulanabildi. Kamulaştırmalar, zorunlu tahliyeler, çevre düzenlemeleri konusunda esneklik, ekonomik büyümeyi hızlandırdı.

Üçüncü olarak, işgücü maliyetlerini düşük tutma stratejisi, siyasi kontrolle desteklendi. Bağımsız sendikaların olmaması, grev haklarının kısıtlanması ve göçmen işçileri kontrol eden hukou sistemi, dünya fabrikası konumunu güçlendirdi.

Ancak bu modelin uzun vadeli sürdürülebilirliği tartışmalı. Siyasi liberalleşme olmadan ekonomik liberalleşmenin devam etmesi, artan toplumsal gerilimler, yolsuzluk, kayırmacılık, hesap verebilirlik eksikliği gibi sorunlar yaratıyor. Ekonomik gelişme ilerledikçe ve toplum daha karmaşık hale geldikçe, katı siyasi kontrol mekanizmaları ekonomik dinamizmi engelleme riski taşıyor.

Sonuç olarak, siyasi ve ekonomik liberalleşme arasındaki bu ayrım, Çin’in belirli bir kalkınma aşamasında avantaj sağlamış olabilir, ancak şimdi inovasyon ekonomisine geçişte ve orta gelir tuzağından kaçınmada bir engel haline gelebilir.

Mao, “Çin sosyalizme hazır değilken, üretici güçler yeterince gelişmemişken sosyalist ekonomiye geçmek” gibi bir eleştiriye muhatap… Peki şimdi dünyanın 2. büyük ekonomisinde üretici güçlerin gelişimini de dikkate alırsak, Çin, bir erimde sosyalizme mi geçecek?

Bence Mao ve Deng arasındaki temel fark, sosyalizmin ön koşulları konusundaki yaklaşımlarında yatıyordu. Mao, ideolojik dönüşümün ve kolektif örgütlenmenin üretici güçleri geliştirebileceğine inanıyordu. Büyük İleri Atılım ve komünleşme bunun örnekleriydi. Deng ise klasik Marksist anlayışa daha yakın bir yaklaşımla, önce üretici güçleri geliştirmek, sonra sosyalizme ilerlemek gerektiğini savunuyordu.

Deng’in “Mao üretici güçleri geliştirmeden ileri kolektif sistemlere geçti” görüşü, tarihsel süreçle doğrulanmış görünüyor. Mao’nun “saf irade” ile ekonomiyi dönüştürme çabaları, Büyük İleri Atılım sürecinde yaşanan kıtlıkta görüldüğü gibi, felaketle sonuçlandı. Deng’in pragmatik yaklaşımı ise, özel motivasyonları ve piyasa mekanizmalarını kullanarak üretim artışını teşvik etti.

SSCB deneyiminin başlangıçta hızlı büyüme yaratmış olması bir çelişki gibi görünebilir ancak SSCB, Çin’den çok farklı koşullardan başladı. Devrim öncesi Rusya, zaten kısmi bir endüstriyel altyapıya sahipti ve eğitim düzeyi daha yüksekti. Çin ise neredeyse tamamen tarımsal bir toplumdu. Ayrıca SSCB’nin büyümesi de zamanla yavaşladı ve sistem verimsizliklerle karşılaştı.

Diğer yandan, sosyalizmin hızlı büyüme için elverişsiz olduğu sonucunu çıkarmak da yanıltıcı olur. Sorun daha çok, sosyalist dönüşümün zamanlaması ve biçimiyle ilgili. Çin’in deneyimi, üretim ilişkilerinin dönüşümünün, üretici güçlerin gelişmesiyle uyumlu olması gerektiğini gösteriyor. Sonuç olarak, Deng’in yaklaşımı pragmatik açıdan başarılı oldu ve milyonlarca insanı yoksulluktan çıkardı. Ancak bu süreçte, sosyalist ideallerden uzaklaşılması ve kapitalist unsurların güçlenmesi de kaçınılmaz oldu. Çin’in şu anki durumu, sosyalizme giden yolda bir aşama mı yoksa kapitalizme dönüşün bir biçimi mi olduğu tartışması hala devam ediyor.

Deng, başlangıç söyleminde “amaç sosyalizm” diyor. Ama onun pragmatik sosyalizm arayışı, ABD ölçeğinde eşitsiz bir toplum yaratmış oluyor. Eşitsizliği çok çok artırarak sosyalizme varmak gibi çelişkinliğe geliyoruz…

Deng’in pragmatik yaklaşımını sosyalizm arayışı olarak nitelendirirken, gerçekten de bu süreçte eşitsizliklerin dramatik biçimde derinleştiğini gözlemliyoruz. Reformların başlangıcında Gini katsayısı 0.30 civarındayken bugün 0.47’ye ulaşmış durumda – ABD düzeyinde bir eşitsizlik. Milyarderler ortaya çıkarken, 600 milyondan fazla Çinli ayda 250 dolar civarında bir gelirle yaşıyor.

Bu çelişki, Deng’in “bazıları diğerlerinden önce zenginleşecek” yaklaşımının sonucu. Deng, bu eşitsizliği geçici bir aşama olarak görüyordu. Ancak zaman içinde, eşitsizlikler yapısal hale geldi ve sınıfsal bir yapılanma ortaya çıktı. Çin’de artık belirgin bir kapitalist sınıf, güçlü bir devlet-parti eliti ve geniş bir işçi sınıfı var.

Xi Jinping’in Ortak Refah söylemi, bu eşitsizliklerin yarattığı sosyal ve politik risklere bir yanıt. Ancak bu, sosyalizme dönüş değil, daha çok kapitalizmin aşırılıklarını düzenleme girişimi. Çin Komünist Partisi, hala resmi söyleminde “sosyalizmin ilk aşamasında” olduğunu ve nihai hedefin tam sosyalizm olduğunu belirtiyor, ancak bu hedefin net bir zaman çizelgesi yok.

Deng’in arayışının hala geçerli olup olmadığı tartışmalı. Xi döneminde, Deng’in pragmatizminden ziyade daha ideolojik, merkezi ve devlet kontrolünü artıran bir yaklaşım görüyoruz. Aynı zamanda, Çin’in ekonomik modelinin sürdürülebilirlik sorunları (borçluluk, demografik zorluklar, çevresel krizler) artıyor.

Çin’in bir noktada gerçek anlamda sosyalizme dönüşeceği beklentisi gerçekçi görünmüyor. Daha olası senaryo, Çin’in kendi özgün devlet kapitalizmi modelini geliştirmeye devam etmesi, sosyal refahı ve eşitliği artırmaya çalışırken kapitalist unsurları da korumaya devam etmesi. Bu, klasik sosyalizm anlayışından ziyade, karma bir sistem olarak kalacak gibi görünüyor.

Küreselleşmenin geleceği ve Çin’in pozisyonu nedir? Bizi ne bekliyor?

Küreselleşmenin Çin’e yaradığı ve ABD’nin küresel pozisyonunu sarstığı analizi büyük ölçüde doğru, ancak bugünün dinamiklerini tam olarak açıklamak için yetersiz. 1990’lardan 2008 krizine kadar süren hiper-küreselleşme dönemi gerçekten de Çin’i büyük kazanana dönüştürdü. ABD’nin Trump döneminde “önce Amerika” politikalarına yönelmesi, kısmen bu değişen güç dengesine bir tepkiydi.

Ancak günümüzde küreselleşmeden tamamen dönüldüğünü söylemek yerine, küreselleşmenin yeniden şekillendiğini söylemek daha doğru. Bu yeni dönemde şu eğilimler öne çıkıyor:

Bloklaşma ve Bölgeselleşme: Küresel ticaret, giderek ABD ve müttefikleri ile Çin etrafında şekillenen iki ekonomik bloka ayrışıyor. Tedarik zincirleri güvenilir ortaklar etrafında yeniden düzenleniyor.

Stratejik Sektörlerde Korumacılık: Çip üretimi, kritik mineraller, enerji, ilaç gibi stratejik sektörlerde ülkeler kendine yeterlilik arayışında. ABD’nin CHIPS yasası, Çin’in ikili dolaşım stratejisi bunun örnekleri.

Teknolojik Ayrışma: Teknoloji ekosistemi, özellikle yapay zeka, telekomünikasyon, siber güvenlik gibi alanlarda bölünüyor. Standartlar, patentler, protokoller üzerinde bir hegemonya mücadelesi sürüyor.

Biraz spekülatif olacak ama açıkçası ben orta vadede şöyle bir dünya bekliyorum:

Daha istikrarsız ama tamamen bölünmemiş bir küresel ekonomi,

Stratejik sektörlerde ulusal güvenliğin ön plana çıkması,

Bölgesel ticaret bloklarının güçlenmesi,

İklim değişikliği, pandemi gibi küresel sorunlarda zorunlu işbirliği.

Çin, bu yeni durumdan karmaşık şekillerde etkilenecek. Dezavantajları:

İhracat pazarlarına erişimin zorlaşması,

Teknoloji transferinin kısıtlanması,

Küresel değer zincirlerinden potansiyel dışlanma.

Ancak avantajları da olacak:

Devasa iç pazarına dayanma kapasitesi,

Bir Kuşak Bir Yol (Belt and Road) projesinde yer alan ülkelerle güçlenen ekonomik bağlar,

Kendi teknolojik ekosistemini geliştirme motivasyonu,

Son olarak, Çin kısa vadede bu değişimden zarar görse de orta-uzun vadede adapte olabilir ve hatta kârlı çıkabilir. Çin’in devlet kapasitesi, planlama yeteneği ve pragmatizmi, değişen koşullara uyum sağlamasına yardımcı olacaktır. Ancak bu süreçte, ABD-Çin rekabetinin sertleşmesi, her iki tarafın da kaynaklarını israf etmesi ve küresel sorunlara çözüm bulma kapasitesinin azalması gibi riskler söz konusu.

Çin nasıl yaptı, hikayenin sırrı ne, dünyayı nasıl bir gelecek bekliyor?
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

deneme bonusu veren siteler
_
deneme bonusu veren sitelerdeneme bonusu veren siteler
Giriş Yap

EGEPRESS ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin