1. Haberler
  2. Türkiye Gündemi
  3. Bizim sokağımıza bayram grevle, barışla, demokrasiyle gelir

Bizim sokağımıza bayram grevle, barışla, demokrasiyle gelir

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bayram günlerindeyiz. Pek çok evin salonunu, odalarını bayram havası dolduruyor şimdi. Kimi evlere ise bayram hiç uğramıyor.

Hangi evlere girmez bayram havası? Ölümlerin sıralı olmadığı evlere, gençlerin tabutla döndüğü evlere mesela.

Bir de bayram havasıyla dolacak bir evi olmayanlar var. Deprem şehirlerinin toplamında altı yüz binden fazla insan hala konteyner denilen kutucuklarda yaşıyor. Antakya’da bu sayı iki yüz bini aşıyor. Bunlara geçici konut falan denilemeyeceğini, insanların böyle yerlerde altı aydan fazla kalamayacağını, kalmaması gerektiğini bilmeliyiz.

Kazandığımızla evimizi geçindirmekte zorlanıyoruz. Milyonlarca insan sefalet koşullarında yaşıyor. Nasıl bayram edelim? Emekliler aldıkları maaşlarla, verilen bayram ikramiyesiyle torunlarına harçlık vermekte zorlanıyor.

Ahmet Arif’in “Barışa, bayrama hasret,” dediğinin orta yerindeyiz. Umudumuz var ama defalarca umduğumuz yerden vurulduğumuzdan, “çözüm” deyip, geri dönüldüğünde girilen kanlı yollardan sebep endişeliyiz.

Yalnız bu da değil elbette. İktidarda kalmak için gücünün yettiği her şeyi yapacağını bildiğimiz bir koalisyon yönetiyor ülkeyi. Hukukun ayaklar altına alınmadığı tek bir gün yok. 19 Mart’tan beri İBB operasyonlarında en son beşinci dalga geçtiğimiz hafta geldi. Bu defa Adana’nın ilçe belediye başkanlarına da uzandı. “Darbe” değerlendirmesini haklı çıkartıyor yapılanlar. 12 Eylül, biliyorsunuz bir günde yapılan bir iş değil. Aylara, daha sonra da yıllara yayılan bir sindirme ve ele geçirme harekâtı. Son operasyonda gözaltına alınanların, sıraya dizilmiş halde çekilmiş görüntülerinin kısa filmler yapılarak basına servis edilmesi, 12 Eylül’deki görüntülere ne kadar benziyor. Sadece 12 Eylül’e mi? Geçtiğimiz yıllarda seçilmiş Kürt siyasetçilerine reva görülen de biliyorsunuz buydu.

Bunlara karşı, memleketin iliğini kemiğini sıyırmaya niyetli mutlu bir azınlığın, çoğunluğa hükmetmek için elinden gelen her şeyi yapmasının, hukuku ayaklar altına almasının karşısında duran bir halk var. 19 Mart’tan bugüne meydanları dolduran, çarşaf çarşaf yalanları yırtıp atan halkın sokaktaki mücadelesidir. Elbette bu mücadelenin en kritik aşamasında iradesiyle sokağa çıkan gençliğin hakkı teslim edilmeli. Geçtiğimiz bayramda yüzlerce genç hapisti, neyse ki bu bayramda özgürler.

İktidarın yaptıklarına onay verecek, “doğrudur” diyecek vicdan sahibi tek bir insan olduğunu düşünmüyorum. Keza bu siyasete onay vermek için insanlığa dair çok temel ilkelerden yoksun olmak gerekir. Kötü insan olmanız lazım yani.

Son yıllarda, yaşanan politik saflaşmaya dair “iyiler ve kötüler karşı karşıya” minvalinde bir tarif çok yaygınlaştı. Yaşadıklarımızı, şahit olduklarımızı düşündüğümüzde bu tarif çok anlaşılır. Fakat hali pürmelalimizi anlatmaya yetmiyor. İki gün önce sona eren İzmir’deki belediye işçilerinin grevi bunu bir kez daha göstermiş oldu. “İyilerle kötülerin” mücadelesinden daha çok kuvvetli bir sınıf mücadelesi bizi insanca yaşama yaklaştıracak olan.

Unutmuyorum, geçtiğimiz yıllarda Maltepe Belediyesi işçileri greve çıkmıştı. Ben de o zaman ilçenin bir sakini olarak toplanmayan çöplerin fotoğrafını çekip, sosyal medyada işçilerin grevini desteklediğimi anlatan bir iki cümle yazmıştım. İktidarın trollerinin küfürlerine, saldırılarına alışıktık. Fakat bizim tarafta olduğunu söyleyenlerin bazıları ağza alınmayacak hakaretlerle saldırıyordu. “AKP’nin oyununa geliyordu, işçiler.” Biz de onları desteklediğimiz için aynı yere düşüyorduk. “Şimdi zamanı mıydı?” “CHP’li belediyelerde grev yapması kolaydı. AKP’li belediyelerde yapsınlar,” diyordu pek çok kişi. Tanıdık geleceği üzere, böyle bir maaşı profesörler, doktorlar almıyor, çöpçü alıyordu.

Bu tutumun çok daha kötüsünü gördük İzmir’deki grevde. Anlamaya çalışanlar, endişelenenler, eleştirenler anlaşılır. Fakat hakaret edenler, ayrımcılık yapanlar, “memleketlerine gitsinler, İzmirli bile değildir,” diyenler ibretlik örnekler oldular.

Hâlbuki asgari demokrasiden, özgürlükten yana olanlar CHP’li belediyede grev yapılmasına seviniyor olmalı. AKP’li belediyede grev yapılmıyor olmasının sebebi de bellidir. Üstüne biraz düşünen sorusunun cevabını bulacaktır.

Sokağımızda çöp toplanmıyorsa bu hoşumuza gitmez. Bineceğimiz otobüsün, tramvayın geç gelmesini istemeyiz. Resmi bir işimizi halledemiyorsak işlerimiz aksayabilir. Örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat bütün bunlar hakkını arayan işçilerin grevi sebebiyle oluyorsa durum değişir. Değişmelidir. Sınıf perspektifi falan demeyeceğim, asgari yurttaşlık bilinci bunu gerektirir. Bununla birlikte çelişkinin emekçiyle emekçi arasında değil, emekçi sınıflarla sermaye arasında olduğunu unutup, düşük maaşların sebebinin bazı işlerin yüksek maaş almasından kaynaklandığını düşünmek ne acı! Taşeron işçi, öğretmen, mühendis, doktor, akademisyen insanca yaşamaya yetecek bir ücret almıyorsa bunun suçlusu uzun yılların örgütlü mücadelesinden gelen kazanımları kaybetmemek için mücadele eden işçiler olabilir mi?

Bunların hepsine ‘eyvallah’ diyen ama böyle bir zamanda bu grevin çok isabetsiz olduğunu düşünenler olduğunu da biliyorum. Muhtemelen söylediklerim minvalinde yazan, konuşanlara kızıyorlardır. “Biz bilmiyor muyuz bunları,” diyorlardır. AKP’nin (elinden gelse) bütün CHP’li belediyelere kayyum atamaya niyetlendiği bir zamanda grev yapılması olacak iş midir?

Anlaşılabilir bir endişe. Fakat yine de suç greve çıkan işçilerde midir? Belediye başkanına bu hususta söyleyecekleri bir şeyler yok mu? Grevin işçilerin taleplerinin kabul edilmesiyle sonlandığı anlaşılıyor. Bu en başta olmadıysa suç işlerde midir?

Pek çok kişinin hoşuna gitmeyecek ama İzmir’de son yaşanan grevdeki tutum, üslup bana Hatay’ın eski belediye başkanını hatırlattı.

Grev hususunda tarihten bir örnek vereyim. 75 yılında MC Hükümeti’nin baskısı o kadar yoğundur ki, belediye, işçilerin maaşlarını ödeyemez hale gelir. Ankara’nın CHP’li Belediye Başkanı Vedat Dalokay bir gün Demirel’in arabasının önüne geçerek durumu anlatır ve çözülmesini ister. Demirel “tamam” demiştir ama yalan söylemektedir. Başkan bunun üzerine üç günlük açlık grevine başlar. Bu kararlılığın karşısında hükümet geri adım atar, işçilerin maaşları ödenir.

1976 yılında belediye işçileri grevdedir ve Dalokay grevi destekler. Bu grev aynı dönemde DİSK’in ülke çapında ilan ettiği genel yasla “bağlantılı” ilan edilerek görevden alınır. “Yasa dışı, anayasa dışı bir yazı üzerine, işi bırakıp gidersem anayasa suçu işlemiş olurum” diyerek belediyeyi terk etmez.

Bayram günlerinde Çehov’un Altıncı Koğuş öyküsündeki satırlar ve Enver Gökçe’nin dizeleri gelir aklıma. Onlarla bitirelim yazıyı.

“…Ama yeni bir yaşamın güneşi doğacak. Gerçek zafer kazanacak, bizim sokağımız bayram edecektir. Ben bunu göremeyeceğim; o zamana kadar gebermiş olacağım. Ama herhalde, birilerinin torunları bunu görecektir. Onları bütün kalbimle selamlıyor ve seviniyorum; onlar hesabına seviniyorum. İleri! Tanrı yardımcınız olsun, dostlarım!”

Anton Çehov, “Altıncı Koğuş”

“…Açamaz

Deme

Hiç

Bir

Zaman

Bu

Nar

Çiçeği.

Açacaktır

Elbet

Bizim

Caddelerimizde de

Bayram

Olacak….”

Enver Gökçe, “Bütün Şiirleri, Bizim Caddelerimizde de”

Bizim sokağımıza bayram grevle, barışla, demokrasiyle gelir
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

EGEPRESS ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin