Tutuklu İzmir eski Belediye Başkanı Tunç Soyer, sosyal medya hesabından yayımladığı “Cezaevi Günlüğü” başlıklı yeni yazısında, siyasetten demokrasiye, kapitalizmden iklim krizine kadar birçok konuda analizlerde bulundu. Soyer, yazısında özellikle muhalefete seslenerek “Demokrasiyi yeniden anlatmalı” çağrısında bulundu.
İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’ndan yayımlanan yazısında Soyer, “Kapitalist Gerçeklik, Alternatif Hakikat” başlığıyla güncel sorunları ele aldı.
Yazıda ifadelere yer verildi:
KAPİTALİST GERÇEKLİK VE ALTERNATİF HAKİKAT
Mark Fisher, yazar, kuramcı, akademisyen, “Kapitalist Gerçeklik, Başka Alternatif Yok Mu?” kitabına “Dünyanın sonunu hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten kolaydır.” diyerek başlıyor.
“Kapitalist Gerçeklik, sanatla veya reklamcılığın işlediği propagandist yöntemlerle sınırlanamaz. Yalnız kültürün üretimini değil, aynı zamanda iş ve eğitimin düzenlenmesini belirleyen, düşünce ve eylemi kısıtlayan bir atmosfere benzetilebilir” diyor. Son otuz yılı aşkın zamandır, kapitalist gerçeklik anlayışı, sağlık ve eğitim de dahil toplumdaki her şeyin bir şirket gibi yönetilmesi gerektiğini tüm dünyaya kabul ettirdi. Bozulan istikrar ve toplumsal düzen; “Demokrasimizin sorunları var ama kanlı bir diktatörlükten iyidir yine.” kabulünü her yerde hakim kıldı. Bu kabul Türkiye dahil, birçok ülkede başkanlık sisteminin, kaotik bir dünyada güvenli bir liman gibi görünmesine yol açtı.
Siyaset bilimci Robert Dahl’a göre, demokrasinin kalıcı olduğu toplumlarda halk bu düzeni kendi mücadelesiyle kazanmıştır. Oysa güçlü lider Atatürk’ün önderliğinde başlatılan modernleşmeyle getirilen demokrasi “emek ürünü” değil “bir armağan” olarak benimsendi. Bu da sahip çıkma ve koruma gerekliliğini zayıflatan bir gerekçeye dönüştü. Zaten Osmanlının yüzyıllardır süren merkeziyetçi yapısı, demokrasiden uzaklaşmayı ve “koruyucu lider” arayışını pekiştiren bir arka plan sunuyordu. 1990’lardaki koalisyon hükümetleri ve ekonomik krizler, istikrar arayışını arttırdı ve nev-i şahsına münhasır bir başkanlık sisteminin getirilmesinin önünü açtı.
Türkiye’de muhalefetin ne yapması gerektiğine geçmeden önce, kapitalist gerçekçiliğe karşı nasıl bir strateji geliştirilmesi gerektiğini anlatan Mark Fisher’a dönmek istiyorum. Neoliberalizm kaçınılmaz olarak kapitalist gerçekçidir. Fisher; “Kapitalizmin bize sunduğu gerçeklerin altında yatan ‘hakikatleri’ ortaya koymak gerekiyor.” diyor. İklim krizi, böyle bir hakikattir. Kapitalizm ile bu felaket arasındaki ilişki, tesadüfi ya da geçici değildir. Sermaye’nin sürekli genişleyen bir piyasa ihtiyacı, “büyüme fetişi”, kapitalizmin doğası gereği, herhangi bir sürdürülebilirlik kavramına karşı olması anlamına gelir. İklim krizi dışında kapitalizmin iki tıkanma noktası daha vardır; Zihinsel sağlık ve Bürokrasi.
Kapitalist sistemde çok sayıda insanın, özellikle de gençlerin stres vb. sıkıntılarla yüzleşmesinin sebebi kişisel hastalıklar değil, düzenin yarattığı bozukluklardır. Örneğin İngiltere’de psikiyatrik hastalık düzeyleri 1977’de %21 iken 1986’da %31’e, bugün ise çok daha yüksek oranlara ulaşmıştır. Bu sorunlar biyolojik değil, politize edilmesi gereken sistemsel meselelerdir.
Mark Fisher’a göre, neoliberalizmle bürokrasi ortadan kalkmak yerine biçim değiştirmiştir ve gelişip, güçlenmektedir.
Bürokrasi hakkında yazmış en büyük yazar Kafka’dır. Kafka’nın totaliterlik üzerine yorumları, totaliterliğin sadece “despot buyruk” ile izah edilemeyecek bir boyutunu ortaya çıkartır; “Rıza”. Neoliberalizm, devletin kendisine karşı değildir; hatta yeni muhafazakarlık, güçlü devleti askeri ve polisiye işlevlerini güçlendirerek yeniden inşa eder. Kısacası rıza ve zor, bürokrasinin ve sistemin iki temel unsuru haline gelir.
Fisher, bürokrasi ve zihinsel sağlığın, iklim kriziyle beraber, kapitalist gerçekliğin çözümsüz kaldığı en önemli başlıklar olduğunu anlatır. Bu tıkanmışlıklar ve bunlara eklenen birçok çözümsüzlükle birlikte otoriter ve popülist iktidarların “düzen” yani öngörülebilirlik ve istikrar yaratan bir “denge hali” yaratması giderek zorlaşmaktadır.
Asım Karaömerlioğlu, “1945’de kurulan düzen, Avrupa’yı büyük bir felakete sürükleyen faşizmin önüne geçmeyi hedefliyordu.” diyor ve anlatıyor; “Faşizmin tasfiyesinden sonra dünya iki kutuplu bir dünyaya evrildi. Her ikisi de akla, ilerlemeye, bilime vurgu yapıyordu. Biri ‘demokrasi ve özgürlük’ diğeri ‘eşitlik ve sınıfsız toplum’ vaat ediyordu. Her ikisi de kalkınmacıydı. Bu yeni düzen ‘hukukun gücünden’ yola çıkarak BM, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, GATT gibi ulusötesi kurumlar yarattı.”
Yeni dünya düzeninde, “gücün hukukunun” öne çıktığı, 1945 sonrası kurulan dengelerin alt üst olduğu yepyeni bir evreye geçildi. Çökmekte olan eski düzenin son evresi, popülist ve otoriter-milliyetçi bir siyasal akım eliyle sürdürülüyor.
Demokrasi bu siyasal akımı şekillendirenlerin elinde, çoğunluğun mutlak egemenliğine indirgenmiş durumda. Seçim ve demokrasi, ancak kendilerinin kazandığı zaman meşru kabul ediliyor. Bu hareketler hem içeride hem dışarıda çatışmacı bir eksende ilerlemek zorunda. Toplumu, “biz” ve “onlar” olarak ayrıştıran bu akımlar, “yerlici ve milliyetçi” bir perspektiften besleniyorlar. Buradan küresel düzeyde bir “düzen”, “denge” kurulması, bir vizyon ortaya konması mümkün değil.
Etkili bir anti-kapitalizm; Sermaye’nin küreselliğine, kendi otantik evrenselliğiyle, yerel dayanışmayı evrenselleştirerek, ekonomik ve ekolojik demokrasiyi hayata geçirmeye gayret ederek muhalefet etmelidir. Aynı şekilde neoliberalizmin çuvalladığı şeyi, bürokrasiyi büyük ölçüde küçülteceği iddiasını ortaya koymalıdır. Anti-kapitalist siyasal örgütlenmenin önceki başarısızlıkları bir çaresizlik nedeni olmamalı, yeni örgütlenme biçimleri yaratılmalıdır.
Fisher’ın söylediği gibi; “Alternatif siyasi ve ekonomik olanakların hafif ışıkları bile, büyük bir aydınlanmanın önünü açabilir. En küçük bir adım, kapitalist gerçeklik döneminin karanlık perdesinde yırtılma yaratabilir.”
Türkiye’ye gelirsek;
Muhalefet, neoliberalizmden payını alan, popülist ve otoriter-milliyetçi iktidara karşı çok güçlü bir içerikle topluma demokrasiyi anlatmalıdır. Demokrasinin 5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret olmadığını, kendi hayatına yön verebildiği, haklarını savunabildiği, karar süreçlerine katılabildiği bir düzen olarak anlaşılmasını sağlamalıdır.
Farklılıklarla bir arada yaşamanın ilke ve kurallarını düzenlediği için toplumdaki kutuplaşmayı aşmanın, böylece toplumsal barışı sürdürülebilir kılmanın mümkün olduğunu göstermelidir. Bu kaotik ortamda, insanlık tarihinin en radikal teknolojik devrimi olan yapay zekanın önünü açacağı büyük toplumsal dönüşümü, “hakikati” ve “başka bir mümkünü” ortaya koymak için bir araç olarak kullanmalıdır.
Sonuç olarak; Dr. Feyza Bayraktar’ın söylediği gibi, “Gerçek bir değişim için, sistem tartışması yetmez, halkın kendi iradesini bir güç olarak görmesi gerekir.” “Gerçek dönüşüm gösterişli saraylarda değil, halkın iradesini taşıyan kurumlarda ve sorumluluk alan yurttaşlarda filizlenir.
Aksi halde tarih aynı uyarıyı fısıldar; ‘Kendi kaderine sahip çıkmayanlar başkalarının gölgesinde yaşamaya mahkumdur.’”
Sağlıcakla kalın..!
Not: Avluda koşu ve yürüyüş performansını bir istikrara kavuşturdum. 45 dk. koşu 45 dk. yürüyüş toplam 450 tur, 13.000 adım yani günlük 10 km üzerine çıkmış oluyorum. Darısı başınıza..!
İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu
Koğuş B/63
Buca – Kırıklar