Baskı rejimleri ya da daha yumuşak bir ifade ile anlatmak gerekirse demokrasiden uzaklaşan rejimler yanında çürümeyi de getirir. Her yer çürür. Hiç kimse “Ben temizim” diyemez.
12 Eylül askeri darbesinin hemen ardından işbaşına gelen ANAP iktidarı, darbenin yapamadığı “detay” işleri yaptı. Değerleri, toplumu çürüttü. Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde de çürümenin muhtelif hallerine tanıklık yaptık. İktidar olma ve iktidara kalma uğruna neler yaptığını yaşı yetenler, yetmeyenlere anlatsın. Merak edenler de TBMM’de kurulan soruşturma komisyonlarının öyküsünü araştırsın.
Susurluk’ta ortaya çıkan kaza sonrasında devletteki çürümeye tanıklık yaptık. Devletteki çürüme, toplumsal çürümenin ilerisine geçmişti.
AKP iktidarında bunu çok boyutlu yaşamaya başladık. Çürümeye bir bakteri neden olur ve bulaştığı her yeri çürütür. Devlet kurumları, medya, siyasi partiler hemen hemen her yerde ciddi bir çürüme var. Çürüme, yanında AKP iktidarından emanet aldığı bir “reddetme” kolaycılığını da getiriyor. 17/25 Aralık bunun zirvesidir. Bu yaygın bir hal aldı.
Gazetecinin görevi haber ve bilgi vermenin yanı sıra halk adına denetleme yapmaktır. Her güç odağını, her iktidar yapısını denetler. Bu denetleme sonucunda elde ettiği bilgi ve belgeyi de halk ile paylaşır. Bu denetleme ya da bilgi, haber paylaşımındaki tek kriter, kamu yararıdır. Gazetecilik halktan yana taraflıdır, tarafsız değildir. Bu bilgiler demokrasinin olmazsa olmazı olan seçmenlerin sağlıklı politik tercihte bulunması için de şarttır. Yoksa hep “Almanlar bizi kıskanıyor” söyleminin peşine takılabilirler.
Vatandaşlar verdikleri vergi ile devleti finanse ederler. Devlet organizasyonu da bu vergileri halk yararına kullanmak zorundadır. Sivil toplum örgütleri, muhalefet partileri ve ilk sırada yer alan bağımsız basın aracılığıyla da bu vergilerin nasıl kullanıldığı denetlenir. Devlet, TBMM’den yetkisini almadığı tek kuruşu harcayamaz. Bu yetki bütçe kanunu ile verilir. Tek istisnası, bugünkü iktidarın çok sevdiği harcama kalemi olan örtülü ödenektir.
Belediyeler de kamu kurumlarıdır ve halk tarafından finanse edilirler. Görevleri bellidir. Kamu yararına olmayan yerlere para harcayamazlar. Yasa ile nerelere para harcayacakları bellidir.
Denetimden hiç hoşlanmayan bir iktidarımız var. Aynı durumu belediyelerde de görüyoruz. AKP döneminin belediye başkanları haklarındaki onlarca iddiaya rağmen halen yargı dahil hiçbir denetime tabi tutulmadılar. Vatandaşın parasıyla bir fantezi olarak Ankara’da yapılan Ankapark çürüyor. 2 metro hattına eşit maliyeti olan bu fantezi nedeniyle Ankaralı her geçen gün artan oranda trafik ve ulaşım sorunu yaşıyor.
Kamu yararı yok ama harcama var. Bu harcama denetleniyor mu? Hayır.
Muhalefete olanlar da dahil hiçbir belediye vatandaşından aldığı parayı amacı dışında kullanamaz. En ufak bir yolsuzluk ya da suistimal iddiası ciddiye alınmalı ve üzerine mutlak gidilmelidir. Çünkü, iddia düzeyinde de olsa yolsuzluk yapıldığı söylenen işlerde kullanılan para vatandaşın parasıdır.
Burada gazetecilik de kamu adına denetim yapma görevi nedeniyle önemlidir. Gazeteci her açıklamaya ortaya belge konulana kadar şüphe ile bakar. Açıklamalarla ikna olmaz. Kamu adına görev yapma sorumluluğu budur. “Politize olmuş, araçsallaştırılmış” yargıya da yargının bu denetimine “politik operasyon” diyen siyasete de aynı şüphe ile yaklaşır. Gerçeğin peşine, kamu ile paylaşmak adına düşer.
Siyasetçilerin seçmenleri ikna etmek gibi bir zorunlulukları vardır. Bunun için doğru olmayan, abartılı açıklamalar yapabilirler. Uçuk kaçık vaatlerde de bulunabilirler. Gazetecinin ikna etmek zorunda olduğu ve bir beklentisi bulunan kitlesi yoktur. O nedenle bütün açıklığı ile hiç kimsenin hoşuna gitmese de gerçekleri aktarmak zorundadır. Kamu yararına olaylara bakmak ve bu perspektifini hiç kaybetmemek durumundadır. Öznelerin önemi hiçbir zaman yoktur. Gazeteci burada kimse adına hüküm kuramaz, suçlu ya da suçsuz tayin edemez. Elindeki belgeleri ve somut bilgileri paylaşırken “yorum” sınırlarının dışına da çıkamaz.
Türkiye’de toplanan vergi gelirinin yüzde 70’i ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilerden yani tüketimden geliyor. Bunun içinde patates, soğan da var. Ücretliden kesilen vergilerin oranı 23,7. Ücretlinin vergi kaçırması da teknik olarak mümkün değil. Şirketlerin ödediği kurumlar vergisi ise yüzde 1,9. Servetten alınan vergi ise yüzde 1,8. (Naki Bakır) Sokaklardaki çok pahalı arabaların nasıl alındığını da bu rakamlar gösteriyor. Halktan alınan bu vergi işte devlet aygıtları tarafından aralarında belediyelerin de olduğunu unutmayalım, iş adamlarına aktarılıyor. Tam Marksizm’in devleti tanımlarken söylediği “sermayenin zenginleşme aracı” olan bir devlet var karşımızda bu tabloya göre.
Vatandaştan alınan bu verginin nereye harcandığının peşine bağımsız gazetecilik düşer. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı sarayının günlük hatta saatlik maliyetinin haber değeri vardır. Hasta, yolcu garantili kamu özel iş birliklerine aktarılan paraların da. Bunların hepsini ödeyen vatandaşın bu bilgiye özellikle seçim zamanlarında çok ihtiyacı vardır. Vatandaşın vergilerinden siyasi partilere ödenen hazine yardımının da…
Umarım keyifli bir bayram geçirmişsinizdir…