1. Haberler
  2. Türkiye Gündemi
  3. Barışı savunmak hep suçtur

Barışı savunmak hep suçtur

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

En kolay içinde barış geçen cümleler kurulur. Oysa dünyanın da en zor işi, içinde barış geçen cümle kurmaktan farklı olarak barışı savunmaktır.

Suriye’deki gelişmeler sonrasında Abdullah Öcalan’ın kapısının çalınmasıyla DEM siyaseti içinde hayli fazla “barış” geçen cümle kurdu. Buna karşılık iktidar cephesinin cümlelerinin içinde barış yerine hep “terörsüz Türkiye” kavramı yer aldı. Bazıları için, içinde “barış geçen cümle kurmak bile kolay değildir.

Siyasi partiler ülkenin muhtelif sorunlarına yönelik olarak çözüm önerileri içeren raporlar hazırlar. Bu aynı zamanda onların iktidara geldikleri zaman yapacaklarının da ilanıdır. Seçim meydanlarındaki vaatler de bu hazırlıklar sonucunda dillendirilir. AKP kurulduktan hemen sonra iktidara geldiği için bu tür hazırlıkları hiç olmadı. Bugün kendisine şiddetle muhalefet eden kendi parti programı dışında o güne ait bir hazırlığa rastlayamazsınız. AKP’nin seçim beyannameleri “büyüklere masallar” tadındadır. Sadece seçim zemininde dillendirilen vaatler ve sözlerden oluşur. Gerisi yoktur.

AKP’nin parti programı “Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir özdeyişi, partimizin temel ilkelerindendir” diye başlar ve aynen bu kıvamda devam eder. Bu programda Kürt meselesinin adına bir tanım koymakta zorlandıkları için “kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir” demekle yetinirler ve bu adını koyamadıkları meseleyi çözmeyi de vaat ederler. Oysa Devlet Bahçeli ile başlayan sürecin peşine takılan CHP’nin arşivi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılanmayı göze almak pahasına çözüm önerileri de içeren Kürt sorunu raporlarıyla doludur.

Sorunu tanımlamakta bile yetersiz kalan AKP’nin devlet aygıtı ile meseleye el atmasının 3’üncü denemesidir bu. Yanındaki MHP’nin ise meseleye bakışı adını koymanın ötesinde “var mıdır yok mudur?” noktasındadır.

Toplumsal desteği bitmiş PKK

Şiddeti araç olarak kullanan ve bu kullandığı şiddet ile hem sivillere hem de demokrasiye kalıcı hasarlar veren örgütün geç de olsa silah bırakma kararına karşı çıkılmasının hiçbir anlamı yoktur. Toplumsal desteğini, sivil siyaset karşısında hayli kaybetmiş olan PKK’nın her silahlı örgüt gibi bir ömrü vardı ve bunun bugüne kadar uzamasının nedeni onun varlığından daha ziyade devlet aygıtının doğru olmayan yöntemleri ve sivil siyasetin üzerindeki baskılardı.

Bir önceki süreçte Öcalan devreye sokularak PKK içindeki iktidar mücadelesine müdahale edilerek hiyerarşisi sağlamlaştırılmıştı. Amaç bu muydu bilemiyoruz. Şimdi de tabloya baktığımız zaman somut olarak gördüğümüz, Öcalan Türkiye sınırları içinde bitmesi gereken PKK’yı vererek Kuzey Suriye’deki, omurgası Kürtlerden oluşan yapıyı aldı. Türkiye, YPG’nin de bileşeni olduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne artık eskisi gibi “terör” örgütü demeyecektir muhtemelen bundan sonra. Bakalım ilk temas ne zaman ve nasıl gerçekleşecek. Kuzey Irak Kürt bölgesi ile Türkiye’nin yaşadığı sürece de çok benziyor bu “yeni paradigma” ile ilerleyen Kuzey Suriye süreci.

Barışı savunma sıkıntısı

Barış meselesine dönersek, Türkiye’de karşımıza kısır bir döngünün çıktığını görürüz. “Yeni paradigma” olarak adlandırılan sürecin önüne koyduğu iki somut hedef var, Öcalan’ın koşulları iyileştirilecek, PKK lağvedilecek. İkisi de gerçekleşmiş gibi görülüyor. En azından beyanlar bu yönde. PKK’nın bildirgesindeki “mücadeleye devam edilecek” anlamı çıkan ve eleştirilerle birlikte hedeflerin belirtildiği metnin, devlet ve iktidar tarafından sorun edilmediği ortada. Belki de kendi örgüt içi motivasyon için buna kısmen izin verilmiş de olabilir. Çünkü bu işler böyle ilerler.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ülke genelindeki 23 bin 677 derneğin faaliyetleri durdurularak haklarında dava açıldı. Bunlardan en ünlüsü 1977 yılında kurulan Barış Derneği’ydi. Dernek hakkında soruşturma açıldı ama dava açılamadı. O günlerde de bugün olduğu gibi “uygun akademisyen bilirkişiler” bulunarak soruşturma davaya dönüştürüldü ve Dernek Kurucu Başkanı Mahmut Dikerdem, İstanbul Barosu Başkanı Orhan Apaydın, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Erdal Atabek ile birlikte 44 kişi gece yarısı gözaltına alındı ve aralarında pek çok bilim insanı, sanatçı, siyasetçi ve yazar bulunan 25 kişi tutuklandı. (Yöntem bile bugün ile aynı) Barış talep etmek için kurulan derneğin, bu ülkenin en kıymeti aydınlarından oluşan yöneticileri 4 yıl cezaevinde kaldılar. Bu yargılama sırasında da 1984 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildiler. Bu kazanmak kadar kıymetlidir. Dava hayli uzun sürdü çünkü o dönemin en ünlü TCK maddeleri olan 141 ve 142’nci maddelerden açılmıştı. 1991 yılında bu maddeler yasadan çıkarılınca dava da düştü.

Türkiye maalesef yarattığı sorunlar kronik hale geldiği için darbe dönemlerini ve onun kalıntılarını aşamamıştır. Darbe dönemlerini “özlemle” hatırlatan uygulamalara da maalesef seçilmiş sivil yönetimlerde tanıklık yaptık. Bu çok acı vericidir.

Barış için akademisyenler cezaevindeki Kürt tutukluların barış için açlık grevine girmeleri üzerine onlarla dayanışmak için 2012 yılında kuruldu. 2013 ve 2016 yıları arasında dilekçeler oluşturarak imzaya açtılar. O dönemin çözüm sürecinde oluşturulan “akil insanlar” heyetleri ile ortak toplantılar düzenlediler.

Bugün iktidarın “terörsüz Türkiye” diyerek önüne koyduğu amacı o gün bu akademisyenler devletten talep ettiler. 11 Ocak 2016’da “bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla yayınlanan dilekçeye 1128 akademisyen imza attı. Daha sonra gelen imzalarla sayı 2212’ye ulaştı.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’den alınan yetki ile çıkarılan ve hukuken tartışılması bile gereksiz olan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) 4 bin 439 öğretim görevlisi ihraç edildi. Mücadele darbe girişimde bulunan yapıyla ilgiliydi ama o her zaman hazır bekleyen “devlet aklı” hemen devreye girerek barış akademisyenlerini de kapsama almıştı.

Dilekçeyi basın toplantısında okuyan akademisyenler Esra Mungar, Muzaffer Kaya, Meral Camcı “örgüt propagandası” suçlamasıyla tutuklandılar ama kısa süre sonra serbest bırakıldılar. Türkiye genelinde 56 mahkemede 822 akademisyen hâkim karşısına çıktı. 204 davanın tümünde akademisyenler mahkemece “suçlu” bulundu. Anayasa Mahkemesi 2019 yılında oy birliği ile akademisyenlerin “suçlu” bulunmasına “hak ihlali” kararı verdi ve bu kararın ardından 568 akademisyen yargılandıkları davalardan beraat ettiler. Beraat ve hak ihlali kararları ile görevlerine dönen akademisyenlerin pek çoğu üniversite yönetimleri tarafından bir biçimde görevlerinden tekrar uzaklaştırıldılar. Barış akademisyenleri 2016 yılında “faşizme karşı duruşu” ödüllendirmeyi önüne koyan ve itibarı yüksek Aachen Barış Ödülü’nü de aldılar.

PKK’nın silah bırakması üzerine iktidar temsilcilerinden demokratik açılım sözleri de gelmeye başladı. Demek ki PKK’nın varlığı nedeniyle bu ülkenin bütün vatandaşları cezalandırılmış! Dramatik bir biçimde iktidarın açıklamalarıyla birlikte PKK’ya yakın yerlerden de “demokratik, sivil siyasetin hem önü açılıyor hem de alanı genişliyor” şeklinde açıklamalar geldi. Yokluğuna neden oldukları şeyleri geri getirerek bir teşekkür bekliyor da olabilirler.

Ama asıl mesele ülkede toptan demokrasi ve insan hakları ihlalleri ve yargı bağımsızlığı sorunlarına bu süreçte hiç değinilmemesi. Bu nedenle de bu “yeni paradigmalı” süreç siyasetin tamamında merak uyandırmanın ötesinde, sokaklara da taşan bir heyecan ya da coşku yaratmadı. Nedeni sorusunun yanıtı daha önceki denemelerde mevcut…

Barışı savunmak hep suçtur
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

deneme bonusu veren siteler
_
deneme bonusu veren sitelerdeneme bonusu veren siteler
Giriş Yap

EGEPRESS ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin